Eğer kalp bir başka kalbi iyi edebilseydi, belki o zaman bir adım atabilirdik...
*****
If one heart can mend another
Only then can we begin******
Cemre avuç içleri sızlayana kadar öfkesini bisikletin kollarından çıkardığının farkında değildi. Karanlık gece dört bir yanını sarmış olsa da yolun sonunda onu bekleyen parlak bir yıldız varmışçasına sürüyordu bisikletini. Umudun kalmadığını biliyordu ya; ışığa ulaşmak için değil, peşinden kovalayan karabasandan kaçmak için acele ediyordu. Sabrı tükenmiş, tahammülü bitmiş, takati kalmamıştı.
Her gece görmeyi ümit ettiği rüyaların asla kabuslara üstün gelemeyeceğini kabullenmenin zamanı gelmişti. O da kabullendi. Yanağından süzülen yaşları öyle bir hışımla sildi ki kendi canını yakmıştı. Daha da sinirlendi. Çığlık ata ata haykırmak, ağız dolusu küfürle yeri göğü inletmek istiyordu. Kanatacak kadar sertçe dudağını ısırınca hayal kırıklıkları tiz bir ıslık olup gecede çınladı. Sanki attığı her adım daha fazla doğruyu hayatından siliyor, geriye bir sürü yanlıştan kurulu sahte bir dünya bırakıyordu. Yine başaramamıştı.
Bir çığlık daha koy verdi. Aşağı meyleden patikada tekerler çakılları sağa sola fırlatarak hızla dönüyordu. Kendini rüzgara bırakıp sonsuza dek düşmek istedi Cemre. Aşağı, daha aşağı, ta ki hak ettiği kata ulaşana kadar... Ateşin tenini kavuracağı, kıvılcımların saçlarının turuncusuna çalacağı ve en sonunda alevlerin ruhunu yutacağı o en dip cehenneme gitmeliydi. Ellerini yavaşça bisikletten bıraktı, kollarını iki yana açtı ve gözlerini kapattı. Kayıyordu. Ömrü dolmuş bir yıldız gibi kainattan silinip gidecekti. Gitmeliydi. Hızlandıkça rüzgar kulaklarında daha bir öfkeli uğulduyordu. Yüzünde kuruyan yaşlar kötü bir hikayenin unutulmuş izleri gibi yok olup gidecekti az sonra.
"Bırak." dedi Cemre kendi kendine. "Bırak artık. Bırak gitsin. Bırak lanet olası, bırak!"
Bir süre bu şekilde serbestçe salındı. Ruhundaki yüklerden, yüreğindeki sancıdan, tenindeki acıdan tam o an kurtulabilirdi. Ama ilerledikçe kalbi delice çarpmaya başlamıştı. Korkuyordu. Koşarak ulaşmaya çalıştığı o mutlak sona varma düşüncesi bedenini titretmişti. Parmaklarının panikle bisikleti bulmasıyla gözlerini açması bir oldu. Ana yolun dibine geldiğini tam o anda fark etmişti. Karşıdan gelen arabanın farları altında nasıl felç geçirmediğini bilmiyordu. Çünkü bisikleti son anda can havliyle sağa kırmayı başarmıştı. Delice kornaya basarak yanından geçen öfkeli sürücü uzaklaşırken Cemre hızla toprağa çarpıp ancak bir takla attıktan sonra durabildi.
"Ah!" diyebildi sadece. İşte gerçek can acısı böyle bir şeydi. Kolunun, sağ dizinin ve avuç içlerinin çizilip kesildiğini anlamak için bakmasına gerek yoktu. Yerden destek alarak doğrulup zararın boyutlarını inceledi. Görünen o ki bisiklet sadece devrilmiş, hasarın çoğu Cemre'ye gelmişti.
"Lanet..." diye mırıldanırken eli gayri ihtiyari ensesinde bir türlü kapanmayan yaraya uzandı. Bir kez daha onu kanatmadığını umuyordu. Saçları önüne düştüğünden o an başının üzerinde bir karaltı hissettiyse de ne olduğunu anlayamadı. Daha tepki veremeden yabancı bir el onu kolundan yakalamıştı.
"Cemre!"
Sen kimsin şimdi diye düşündü Cemre. Sanki sorun çeken bir mıknatıs gibi dur duraksız belayı kendine çağırıyordu. Saçlarını gözünden çektiğinde karşısında beliren surat bu belalardan belki de en acayibiydi.
"Gerçekten yine mi sensin?" deyiverdi.
Toprak onun sözlerine alınmışa benzemiyordu. Kızın kalkmasına yardım ederken gereğinden fazla nazikti. Soru soran gözlerle Cemre'ye bakıyor, sanki aradığı cevapları onun yüzünde bulmaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomansaDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...