Bu bölümün bir adı olsaydı kesin Çilek olurdu.
Keyifli okumalar :)
Hayat ve ötesinde bekleyen yaşam insanı korkutacak kadar yakındı aslında. Gözlerin kapanması sadece bir an alıyordu bazen. Ruhun bedeni terk etmesi belki daha da kısaydı. Yolculuk muydu uzun süren yoksa vardığın yerdeki hayat mı? Kim bilebilirdi ki... Bir kez o gözler bu dünyaya kapanınca gerisinin pek de önemi kalmıyordu geride kalanlar için.
Ve Cemre'nin gözleri bir haftadan da uzun süredir kapalıydı. Hangi diyarlarda dolanmış, kimlerle kavuşmuş, neler görmüş Cemre bile söyleyemezdi. Sadece gitmişti. Uzun olduğu kadar kısa, sonsuz geldiği kadar anlık bir yolculuktu onunkisi. İçinde siyahı da vardı ışıl ışıl beyaz da. Renkler sayısız duyguyla besleniyor, anılar yeni hikayelere eviriliyordu o boyutta. Sahipsiz ruhu gönlünce gezmiş, hissetmiş, en nihayetinde eve dönmeye karar vermişti.
Ve sonunda Cemre gözlerini açtı.
İki gün oluyordu. Hayata yeniden uyandığı o ilk an başına neler geldiğini hatırlamamış, nerede olduğunu anlayamamıştı. Kımıldamaya çalışınca bedenine yayılan acı ölmediğini söylese de Cemre aksi şekilde hissediyordu. Üzerine doğru gelen insanları da odadaki hareketliliği de fark etmiş, tepki verememişti. Işık can yakıcı, vücudundaki eller ölümcüldü. Tanıdık bir yüz görmek, bildik bir ses işitmek için kendini zorladıysa da renkler de sesler gibi bulanıktı.
Ancak şimdi başından neler geçtiğini tam olarak biliyordu Cemre. O ilk şoku atlattıktan sonra her şey yavaş yavaş da olsa anlamlanmıştı. Herkesten önce Can gelmişti yanına. Ufacık kalmış yüzü, şişmiş gözleri ve yanağından boşalan yaşlar tüm hikayeyi ortaya koysa da kazayı ve sonrasında olanları detaylara girmeden anlatmıştı. Cemre'nin elini acıtma pahasına bir an bile bırakmıyordu. Ne o an onu zorla dışarı çıkarmaya çalışan hemşirelere kulak asmış, ne de Cemre'yi odaya çıkartırlarken yanından ayrılmıştı.
Yaşananların daha detaylı bir versiyonunu Leylim'den dinlemişti Cemre. Artık tamamen kendinde olduğundan Burak'ın yüzü yeniden gülüyordu, ama yaşadığı acının izleri çocuğun gözlerinden henüz silinmemişti. Tüm arkadaşları yanındaydı Cemre'nin. Tüm ailesi de... Ruhi Dede yaşına bakmadan kalıyordu hastanede. Duru bile gelmişti ziyaretine. Sevimsiz Levent'le vasıfsız karısı Ayça da... Onları gördüğüne bile sevinmişti Cemre. Geri dönmek güzel, yaşama devam edebilmek bir lütuftu.
Ona anlatılanlar dışında sahip olduğu tek anı yoktu o geceye ait. Ona sorular soran polislere de anlatmaya çalışmıştı, ailesine ve arkadaşlarına da... Sadece yere düştüğünü hatırlıyor, karanlık dışında gözünün önünde hiçbir anı canlanmıyordu. Doktor bunun travmaya bağlı bir hafıza kaybı olabileceğini söylediyse de Cemre durumdan şikayetçi değildi. Yangın, okulda yaşanan o berbat gün, ardından kaza... Birbiri ardına gelen tüm bu felaketler artık geride kalmıştı ve öyle kalmaya devam etmesini istiyordu Cemre.
Hala bir enkaz halinde olduğundan çoğu vaktini uyuyarak geçiriyordu. Gözlerini her açtığında yanında farklı birini görmeye neredeyse alışmıştı. Can, Burak, Leylim, Ece... Bazen hemşireler ya da doktor... Bir iki defa Ruhi Dede. Yine Can, yine doktor ve yine Leylim, Burak, arkadaşları.... O gün de kontrolsüzce kaydığı uykudan uyandığında karşısında birini bulacağına emindi Cemre. Gözlerini aralarken abisinin koca ağzıyla ona gülen suratını canlandırdı zihninde. Ama kapı eşiğinde duran kişi kesinlikle beklediklerinden biri değildi.
Cemre kirişe yaslanmış, elindeki kolyeyi evirip çeviren oğlanı izledi bir an için. Saçları her zamanki gibi yüzünün etrafından darmaduman dökülüyordu. O odayı ziyaret etmiş herkes gibi uykusuz ve yorgundu. Üzerindeki siyah tişörtü alelacele üzerine geçirmiş, evden apar topar çıkmış gibiydi. Cemre doğrulmaya çalışınca gözleri anında yatağa çevrildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomanceDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...