Geçirdiği aksiyon dolu hafta sonundan sonra Toprak kendini okula gitmeye hiç hazır hissetmiyordu. Yine de erkenden kalkıp bisikletine atlamış, Kerem'in tüm ısrarlarına rağmen bir saatten uzun süren yolu yalnız kat etmek istemişti. Ne kadar düşünse de bir yere varamıyordu ya yine de sorular sorup kendine zulmetmeye devam ediyordu. Hayat neyle sınıyordu onu sahiden? Uğraşması gereken bir ton sorun varken neden omuzlarına taşıyamayacağı bir yük daha bindirmişti? Cemre'den ve kızı kovalayan karanlıktan kaçmaya çalıştıkça daha çok gölgede kalıyor, zar zor görebildiği ışığın da artık tünelin sonunda olmadığını hissediyordu.
İçinde garip bir heyecanla uyandığı Pazar sabahının bu kadar kötü sonlanacağını elbette düşünmemişti zeytinliğe giderken. Eve döndükten sonra bile Cemre'nin yara bere içindeki tenini zihninden çıkarmayı başaramamış, dikkatini dağıtmak için tüm zamanını Su'yu eğlendirerek geçirmişti. Uyuması mümkün değildi. Gözünü her kapadığında aklı pencerenin ötesindeki karanlığa kayıyor, Cemre'nin hayaleti geceliğiyle ağaçların arasından ona sesleniyordu. Lütfen! Lütfen gitme, lütfen! Kızın ondan gerçekten yardım istediğini bilse belki bu sırrı taşımak daha kolay olurdu Toprak için. Oysa Cemre her aldığı yarada biraz daha kabuk bağlıyor, çevresine ördüğü duvar her defasında daha da kalınlaşıyordu.
Toprak okul arazisinin yanındaki parka vardığında dersin başlamasına hala vakit olmasını fırsat bilip bisikletini demirlere bağladı ve kendini banklardan birine bıraktı. Park, okul giriş ve çıkışlarında öğrencilerin toplaştığı, gizli gizli sigara içip muhabbet ettiği yegane yer olduğundan o sabah da öğrencilerle doluydu. Üst sınıfların hakimiyetindeki manzaralı banklar, yeni yetmelerin oturmaya izni olduğu sıradan banklar ve aşıklara ayrılmış kuytuda kalan banklar olmak üzere park içinde çeşitli alternatifler mevcuttu. Toprak şehirli, zengin çocuk olma kontenjanıyla hakkettiği manzaralı banklardan biri yerine o gün en dipte kalanlardan birine oturmayı seçmişti. Huzuru yalnızlıkta bulmayı umuyordu. O yüzden Duru bir anda başında bitince ne diyeceğini bilemedi.
"Toprak." demişti Duru kendini banka bırakıp. Mavi gözleri kan çanağı gibiydi. Her zaman bir porseleni andıran yüzü belki de ilk kez kusursuz görünmüyordu.
"Ne oldu Duru?" dedi Toprak merakla, ama o daha sözlerini bitiremeden kız başını onun göğsüne bastırıp ağlamaya başlamıştı. "Hey..." dedi Toprak endişeyle. Elleri amaçsızca havada kalmıştı. "Ne oldu Duru? Kötü bir şey mi oldu?"
Toprak'ın zihnine Cemre ve onla ilgili aklından atamadığı tüm kabuslar hücum etti. Bir şey olmuştu. Korkunç bir şey... Duru'nun Cemre için ağlıyor olması hiç mantıklı değildi gerçi, ama... "Duru konuş benimle." dedi Toprak. Kızı kendinden uzaklaştırıp yüzüne bakmaya zorladı. "Evde bir şey mi oldu?"
Duru başını salladı. "Mert'le konuşmadınız mı?"
Toprak bir an arkadaşıyla en son ne zaman haberleştiğini düşündü. Kerem'le ortak gruplarından yazışmışlardı elbette, ama Mert'in bir şey deyip demediğini hatırlayamıyordu. Duru onun boş baktığını görünce gözlerini devirdi. "Biz Mert'le ayrıldık." dedi. "Bitti. Dünkü havuz partisinde. Sen... yoktun tabi. Zeytinliğe gitmişsin bizimle gelmek yerine."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomanceDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...