Sadece aşk böyle acıtabilirdi...
Only love can hurt like this...
*****************
Cemre yok oluyordu. Kaza geçirdiğinde ölüme ne kadar yaklaşmışsa şu an ondan bile yakın duruyordu yolun sonu. İnce bir çizginin üzerinde altındaki dipsiz kuyuya düşmemek için çırpınıyor, bacaklarındaki derman her saniye biraz daha azalıyordu. Hayatında bisikleti hiç bu kadar hızlı kullanmış mıydı? Kendinden bu kadar çok kaçmak istemiş miydi hiç? Peki ağlayabilse dayanmak daha kolay olur muydu? İçine akan göz yaşları genzini yakmıyor olsa bir iki kelime edebilir miydi acaba? Sözcükler bile dağarcığını terk etmiş gibiydi. Birlerden ve sıfırlardan oluşmuş sahte bir alemde hatalı kombinasyonlar yapıp duruyordu.
Güvenli sığınağına, gizli tepesine geldiğinde bisikletten düşerek indi ve uçurumun kenarına koştu. Atlamak bir saniye, o kararı vermek kısacık bir andı. Göğsü aldığı sık nefeslerle inip kalkıyor, gözleri akmayan yaşlar yüzünden cayır cayır yanıyordu. Dizlerinin üzerine düşerken korkunç bir çığlık dudaklarından kaçmıştı. Yeri göğü inletse de yetmezdi ya Cemre tekrar tekrar bağırdı. Elini kanatana kadar yumruklarıyla toprağı dövmüş, üstü başı çamur içinde kaldığı halde durmamıştı.
Bir yılan gibi derisinden sıyrılabilse tüm benliğini ardında bırakıp bilmediği diyarlara kaçardı. Attığı her yanlış adımda hücreleri ölüyordu teker teker. Çığlığını bastırabilse içten çürüyen bedeninin isyanını da duyabilirdi Cemre. Susamıyordu. Tüm dünyaya karşı bir tek sesi kalmıştı sanki, onu da işiten yoktu. Yağmur yeniden başladığında bile uçurumun kenarından ayrılmamış, giderek sulanan toprağın üzerine kıvrılıp yatmıştı. Tenini kirleten çamur günahlarından daha pis değildi ki. Ne olurdu sanki bu damlalarla arınıp yepyeni bir güne uyanabilseydi.
Cebinde delice çalan telefonu duymuyordu kulakları. Beyni aynı lanetli sözcüğü tekrarlayıp durmaktan yorulmamıştı. Toprak. Toprak. Toprak. O kızın sesi gibi gözleri de zehirli olmalıydı. Atamıyordu Cemre bir türlü aklından o mavi rengi. Rüzgarda dalgalanan siyah saçlar sarmıştı dört bir yanını. Boğuluyordu. Selen'in Toprak'a dolanan kolları kendi ruhunu sıkıyordu tekrar tekrar.
Geldim demişti. Geçmişten fırlayan bir hayaletten çok hasretle sevgilisini kucaklayan bir kızı andırıyordu. Cemre ondan nefret etmek istediyse de başaramamıştı. Aklına ilk olarak kolyenin gelmesi saçmaydı belki, ama hala o metal parçasını düşünüyordu. Bu kızdı demek Toprak'ı ölümden korumak için o kolyeyi veren. Birbirlerini ne çok sevmiş olmalılardı ki boynundan çıkarmaya bile yeltenmemişti Toprak. Aradan ne kadar zaman geçmişti? Neler yaşanmıştı da ayrı düşmüşlerdi? Ne dokunaklı bir aşk hikayesiydi bu böyle. Mutlu sonla bittiğini gördüğü için Cemre'nin sevinmesi gerekiyordu. Oysa hissettiği sadece daha büyük bir boşluktu.
Hava kararana kadar bekledikten sonra bisikletine yeniden atlamış, ama bu kez acele etmeden eve giden yolu almıştı. Bu halde eve girmemesi gerektiğini bildiği halde umursamadı. Çamur içindeki yüzünü de balçığa bulanmış kıyafetlerini de saklama gereği duymadan terasa adım attı. Onun bu halini ilk fark eden Ayça olmuştu. Kadının ağzından dehşet dolu bir inilti yükseldiğinde yemek masasındaki diğerlerinin de bakışları ona dönmüştü.
"İyi akşamlar." derken Cemre sözlerinin ne kadar ironik olduğunu fark edip içinden gülümsemişti. Ona bakan biri iyi kelimesini kullanmaya bile cesaret edemezdi.
"Cemre ne oldu?" dedi Ruhi Dede panikle ayağa kalkıp.
Cemre tepki vermeden duruyor, üzerinden damlayan yağmur damlaları ayakları dibinde çamurdan bir göl oluşturuyordu. "Düştüm." diye uydurduğunda kendini kötü hissetmemişti bile. Duru ona bu şekilde bakarken sadece saldırmak geliyordu içinden. Daha çok şiddet ve daha fazla kan dökmeye ihtiyacı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomanceDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...