Yaşam, ölüm, nefret, kin, düşman, daha çok düşman, kararlar, yanlış kararlar, fevri kararlar, sonuçlar, geri dönüşü olmayan adımlar, umutlananlar ve umutları yıkanlar, asanlar, kesenler, elini kana bulamaktan çekinmeyenler, hırs, tutku, amaç, uğruna vazgeçenler ve vazgeçilenler, düşenler, kalkanlar, ölenler, ölmesi gerekenler ve bir türlü ölemeyenler...
Levent ne kadar süredir aynı camın ardından boşluğu izlediğini bilmiyordu. Etrafı sonsuz duygu, sayısız düşünce, gereksiz bir sürü insanla sarılmıştı. Dimdik durduğu halde aklı aralıksız çalışıyor, eski planları yenileriyle değiştirip kusurları mükemmeliyete döndürmeye çabalıyordu. Bazen aklının kendi için en büyük tehdit olduğunu düşünürdü. Bu, o anlardan biriydi. Sağ yanında bir hareketlilik sezdiğinde başını zorla çevirdi.
Ayça hemen yanında durmuş, gözlerini yoğun bakım odasında bir ölü gibi yatmakta olan yeğenine dikmişti. Bitmiş, tükenmiş, mahvolmuş görünüyordu. Zaten ne zaman öyle görünmemişti ki? Evlendikleri gün bile kadının mutlu olduğunu hatırlamıyordu Levent. Sanki doğduğu an minik bedenini saran lanet Ayça'yla birlikte büyümüş, onu içten içe zehirlemiş, arsızca uzayan sefil bir sarmaşığa dönüştürmüştü.
"Ağladın mı sen?" dedi Levent sırf sormuş olmak için. Karısı sessizdi. Yaşamla ölümü birbirinden ayıran şeffaf bir duvarın ardında asla gelmeyecek olan umudu arıyordu. Levent gözlerini devirdi. "Ne bu dram şimdi? Kız için mi üzülüyorsun sahiden?"
"O benim yeğenim." dedi Ayça sıktığı dişlerinin arasından.
Levent sinirle güldü. "Yapma Ayça. İkimiz de ona katlanamadığını biliyoruz. Tanrı yüzüne baksın da bir daha bu yüzü görmek zorunda kalma."
Ayça dehşetle ona döndü. "Sen ne..."
"Hişş." dedi Levent. "Burada biz bizeyiz. Kimseyi kandırmamıza gerek yok. İkimizin de ondan kurtulmak istediğini biliyorsun!" Tanrı biliyordu ya gerçekten istiyordu Levent. Ne olurdu sanki o arabanın altında ölüp gitseydi. Baş belası hala tutunuyordu hayata inatla. O yangından da paçayı sıyırmanın yolunu bulmuştu, bu kazadan da... Levent'in ne ona ne de abisine tahammülü kalmıştı artık. Varlıkları yeterince can sıkıcı değilmiş gibi bir de Can diklenmiyor muydu kardeşi için... Bir gün gelecek Levent ikisinden de sonsuza dek kurtulacaktı. Tabi ecel Cemre'yi daha önce yanına almazsa...
"Böyle konuşma!" dedi Ayça. "O daha bir çocuk."
Levent bu muhabbetten sıkılmaya başlamıştı. "Zeytinliğe ilk geldiği gün de bir çocuktu ama ona zulmettin." dedi tiksintiyle. "Ablanı öldürdüğü için her gün ondan daha fazla nefret ettin. Her gün daha kötü davrandın. Şimdi karşıma geçmiş bana iyi teyze numarası yapma!"
Ayça'nın dudakları titredi. Muhtemelen hastanenin içinde bir köşe bulup lanetli iç dünyasına kapanmak için hareketlenmişti, ama Levent son anda onu kolundan yakalayıp durdurdu. "Gözüm üzerinde." diye fısıldadı iyice kadına sokulup. "Nasıl davranman gerektiğini hatırlattırma bana!"
Ayça ıslak gözleriyle bir an öldürecekmiş gibi baktı kocasına. Dudakları asla dile getiremediği öfkesini kusmak için aralandı, ama hemen sonra gözleri yere çevrilmiş, ağzı açılmamak üzere kapanmıştı. Her zamanki gibi tüm fırtınaları içinde yaşayacak, tek kelime edecek cesareti bulamayacaktı.
Hiçbir cevap veremeden uzaklaşsa da fark etmezdi Levent'e. Karısı mesajı almıştı. Alper'le birbirlerine nasıl baktıklarını gördükten sonra Levent ona korkunç şeyler yapmadığı için şanslıydı. Hala aç bir köpek gibi fırsat kolluyordu Alper. Yıllar önce kaybettiğini kabullenemeyecek kadar zavallıydı. Belki hala Ayça'ya aşıktı bile. Onca yıl boyunca o izbe barından da geçmişinden de bir metre öteye gidememişti. Pislik...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomanceDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...