Beni sen inandır...
***
Cemre farkında olmadan boynundaki kolyeyle oynuyordu. Gözleri, üzerinde ay ışığının dans ettiği denizde, aklıysa farklı bir alemdeydi. Her yalnız kaldığında zihnine hücum eden sorular şimdi yeniden huzurunu kemiriyordu içten içe. Mutluydu Cemre. Başardıkları şeylerden sonra olmalıydı. Bugün tam da geçmişi artlarında bırakacakları, önlerindeki tertemiz geleceği birlikte kutlayacakları gündü. Leylim günlerdir bu organizasyon için uğraşıyor, sırf arkadaşları değil kasabada onları tanıyıp bilen herkes neşelerine ortak olmak istiyordu. Biliyordu tüm bunları Cemre bilmesine ya... yine de...
Göğsündeki baskıyı verdiği nefesle hafifletmeyi denedi. Cenk'in hazırladığı dosyayı polise teslim etmelerinin ve Levent'in sırra kıdem basmasının ardından iki hafta geçmişti bile. Kasabada herkes, her şeyi biliyordu artık. Cemrelerin evini yakıp ailesini öldüren, Can'ı da Cemre'yi de öldürmeye kalkan Levent'ti. Tüm bu suçlar ve Yasemin'in evinde bulunan deliller cinayet vakasında da baş zanlı yapıvermişti bir anda adamı. Polis altını kazıdıkça Levent'in kaçırdığı paralar, yaptığı usulsüzlükler de bir bir ortaya çıkmıştı. Köylülere hasada yardım etmemeleri için para teklif etmekten, zeytinliğin deposunun yanmasına kadar her pislikte Levent'in eli vardı.
Delilleri aldıkları akşam polis Levent'in kasabada gidebileceği her yere suç üstü yaptıysa da şeytana ulaşmayı başaramamışlardı. Belli ki adamın kıçını kollayan birileri vardı hala. Haberi bir şekilde alıp ortadan kaybolmuştu Levent. Hala kasabada mıydı, yoksa başka bir şehre mi kaçmıştı polis bilmiyor, Cemre de herkesle birlikte her gün iyi bir haber almayı bekliyordu.
Maalesef o haber henüz gelmemişti. Ve Cemre Levent'in uzaktan bile hayatının içine ettiğini kendine itiraf etmek istemese de arkasında giderek hızlanan kutlamaya katılmamış olmasının nedeni kalbinin ve aklının hala büyük kısmını işgal eden korkuydu. Etrafındaki herkes bir şekilde başlarına gelen talihsizliği kabullenip yola devam etmeyi seçmişti. Oysa Cemre Levent'in parmaklıklar ardına girdiğini görmeden ruhundaki açık yaranın kapanabileceğini sanmıyordu.
Tam da bu yüzden bu kutlamayı geciktirmek için elinden geleni yapmış, Leylim'in heyecanına, Can'ın motivasyonuna ve tüm arkadaşlarının bunun neden harika bir fikir olduğuyla ilgili açıklamalarına rağmen ikna olmamıştı. Levent dışarıda bir yerde dolanırken yaşama kaldığı yerden devam etmek yanlış geliyordu işte. Ama abisi sonunda diğer değnekten de kurtulup yeniden kendi başına yürümeye başladığında daha fazla direnememişti.
Ve işte buradaydı. Sahilde, Alper abinin mekanının hemen önünde. Elbette herkesten uzak kalmasını sağlayacak bir problem yaratmayı başarmıştı kendi kendine. Can Ruhi dedenin evde dinlenmesinin daha doğru olacağını söyleyip onu kutlamaya getirmeyi reddettiğinde artık gece boyu neye surat asabileceğini biliyordu Cemre. Böylesi gerçek korkularını itiraf etmekten çok daha kolaydı. Böylece kalabalıktan uzak bir köşe seçmiş ve kendini içindeki huzursuz papağanın mırıltısına bırakmıştı.
Ama sonra, bir anda arkasından beline dolanan kollar onu bambaşka bir gerçekliğe sürükledi. Bahar sarmalamıştı etrafını, tüm öfkeli düşüncelerini uyuşturmuştu burnuna dolan koku. Yağmur sonrası toprağın kokusuydu bu. Tüm yenilikleri başlatan, hayata can veren, umut saçan o koku... Onun Toprak'ının kokusu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomansaDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...