Tüm o olayların olduğu yere dönmemize son 5 saat ama önce Eric'i göndermemiz gerekiyordu. Bana sorarsanız ülke dışına çıkması hatta Afrika'ya falan gitmesi gerekiyordu ama Los Angles'a gitmesine karar verdik. Uçak biletlerini elimde tutarak bu saate göre kalabalık sayılabilecek havaalanında onlara doğru yürüdüm. Gülümseyerek bileti Eric'e uzattım ve " Los Angles'a bir bilet." dedim. Gözlerini devirirken " Ben hala kılık değiştirip sizinle kalma planını uygulayalım diyorum." dedi. Bileti eline tutuşturduktan sonra Leslie'nin yanına oturdum.
Eric yanına aldığı sırt çantasını son bir kez daha konrtol etti. Uçuş için kapıya gelmesi gerektiğini söyleyen anons duyulduğunda hep beraber kapıya doğru gittik. Eric'e sıkıca sarılırken " Kendine dikkat et tamam mı? Ve ona da." diye fısıldadım. Anlamayan gözlerle bana baktığında onu burakıp Leslie'ye döndüm ve cebimdeki bileti çıkarıp ona uzattım.
" Seni kendi ellerimle Los Angles'a gönderdiğime inanamıyorum."
" Sen ciddi misin?"
" Sen burda ve o da ordayken işler sadece daha da zorlaşacak."
" Seni çok seviyorum. Hem de çok. Çok teşekkür ederim."
Başımı kabarık kahverengi saçlarının arasına gömüp ona sıkıca sarıldım. Onu çok özleyecektim ama ikisininde orda , burdaki her şeyden uzak ve daha güvende olacağını bilmek onu özlemekten iyiydi. İkisi de kapıdan geçip gittiklerinde bir daha onları kimbilir ne zaman göreceğimi düşünmekten kendimi alamadım. Uçakları kalkana kadar dışarıya baktık. Bir an içimden el sallamak geldi ama eminim bizi göremiyorlardı. Uçak piste doğru giderken içimde tarif edemediğim bir rahatlama ve burukluk vardı.
Colin bize dönüp " Millet! Uçağımızın kalkmasına daha 6 saat var. Biz otele geri dönmeyi düşünüyoruz." dediğinde anca kendime geldim. İyi olabilirdi. Bırakın 6 saati günlerce uyumak ve dinlenmek istiyordum ama sanırım Aaron benimle aynı fikirde değildi. Onlara dönüp " Bizim Adena'yla başka planımız var. Sizinle sonra görüşürüz." dedikten sonra beni kendine çekip sarıldı. Onlarla kapıya kadar yürüdükten sonra kaşlarımı kaldırarak Aaron'a döndüm ve " Neymiş o benim bilmediğim plan?" diye sordum.
Ah o suratındaki gülümsemenin anlamını biliyordum. Bu sinsi , ukala ve aklından bir plan geçen bir gülümsemeydi. Arzu ve tutku yüklü. Elini cebine atıp çıkardığı iki kağt parçasını önümde salladığında " Bunlar ne?" diye sordum.
" Seni ne kadar özlediğimin kanıtı."
"Cidden.. Ne bunlar?"
" İki günlük bir Londra kaçamağının biletleri."
" Sen ciddi olamazsın!"
"Evet sadece sen , ben ve yağmurlu Londra havası."
" Ah Tanrım! Seni çok seviyorum."
Kollarımı boynuna dolayıp onu kendime çekerken " Bunu bana dolu dolu göstermen için iki günün var. Elinden geleni ardına koyma." diye fısıldadı. Uzaklaşmak için iyi bir zaman mıydı bilemiyorum ama buna ihtiyacım vardı. Bizim buna ihtiyacımız vardı. Bazen iki adım ötemdeyken bile onu özlüyordum ve özelliklede son zamanlarda olanlar yüzünden birbirimizden fazlasıyla uzak kalmıştık. Dokunuşunu , sesini , gözlerini , saçlarını , dudaklarını özlemiştim. Tenimdeki nefesini hissetmeye hatta onu doğru düzgün öpmeyeli asırlar olmuş gibi geliyordu.
Yol biraz uzun sürmüştü ama her şeyin mükemmel olacağını biliyordum çünkü beraberdik. Sadece o ve ben. İki gün şu an kulağa iki yıl gibi geliyordu ve asla geri dönmek istemeyeceğimi biliyordum. Uçaktan indiğimiz andan itibaren kelebeklerin karnımda dans ettiğini hissedebiliyordum. Hava yağmurluydu. Gerçi hava umrumuzda bile değildi çünkü birbirimizden başka bir şey göremiyorduk. Hafifçe çiseleyen yağmurun altında havaalanından çıktık ve bulduğumuz ilk taksiye atlayarak şehir merkezine gittik. Nerde kalacağımızı , ne yapacağımızı hiçbir şeyi bilmiyorduk ama böylesi daha iyiydi. Ne zaman bir plan yapsak evren onu bozuyordu. O zaman bizde plan yapmadan yaşardık.
Önümüze gelen ilk otele girip boş oda olmadığını öğrendiğimizde diğerlerini denemek için dışarı çıktık. Bulduğumuz içinci otelde sonunda iki kişilik boş bir ada bulabildik. Odamız güzeldi. Geniş pencereler , temiz bir banyo , kaliteli perdeler.. İki tane tekli yatak!
Aaron gülümseyerek çantasını kenara fırlatıp komidini bir köşeye itti. O kadar sert itmişti ki komidinin altındaki tahtaların çatladığını görebiliyordum. Ayağıyla ittirip yatakları birleştirdi ve gülümseyerek bana bakarken " Sanırım Londra turumuzu yarına saklayabiliriz." diye fısıldadı. Ona doğru bir adım atarken " Ah kesinlikle öyle yapmalıyız." dedim.
Ona doğru yavaşça bir adım daha attığımda daha fazla bekleyemediğini gösteren bir homurtu çıkardı ve kollarını bana sarıp hızlı bir şekilde kendine çekti. Bedenine çarpan bedenim sarsılsada kendimi toparlayıp ona baktım. Bakışlarında ikimizinde uzun zamandır içimizde tuttuğumuz bir şey vardı. İçimizde yanan , alev alev kasıp kavuran o arzı. Bizi Londra'ya getiren şey de buydu zaten. Yoksa inan bana London Eye'a bakmaya ya da Buckingham Sarayı'nı görmeye gelmemiştik.
Dudaklarını benimkilerin üzerine yerleştirip bana işkence edercesine öylece durdu. Çok yakın bir o kadar da uzak. Ona doğru bir hamle yapınca başını geri atıp gülümserken dudaklarım onun dudaklarına ulaşmak yerine boşluğa düştü. Beni kucağına alıp yavaşça yatağa bıraktı ve ağırlığını bana vermeden üstüme uzanırken dudaklarının kenarının hafifçe yukarı kalktığını gördüm. Dudaklarını boynuma değdirerek köprücük kemiklerime kadar indi.
Dudaklarıyla tenim arasında temas kesilinde derin bir nefes aldım ve gözlerimin kapandığını bile fark etmedim. Gözlerimi açtığımda bacaklarımın arasına oturmuş öylece bana bakarken gülümsediğini fark ettim. Ellerini arkaya atıp üstünde harika duran siyah tshirtünü bir çekişle çıkardı ve yere atıverdi. Fikrimi değiştirmiştim o tshirt yerde çok daha güzel duruyordu. Tekrar üzerime eğilirken " Geçen sefer.." diye fısıldadı.
" Kiliseden mi bahsediyorsun?"
" Hayır o zaman o kadar ileriye gidememiştik."
" Anladım. İlk seferimizden bahsediyorsun."
" Evet."
" Ne olmuş ona?"
" Canını yakmaktan çok korkmuştum."
" Bunun farkındayım. Sanırım bu sefer öyle olmayacak."
" Adena öyle bir şey ima etmedim."
" O zaman ima etmekle uğraşma."
Bana anlamayan gözlerle baktığında gülümsedim. O bana karadelik gibi bözleriyle bakıp beni içine çekerken daha fazla dayanamayacağımı biliyordum. Onu kendime çekerken " Sadece yap." diye fısıldadım. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Tshirtümü ortasından parçalayarak ayırdı ve kendininkinin yanına attı. Dudakları daha önce hiç gezmediği yerlerde gezerken gülümsediğini hissedebiliyordum. Üzerimdeki tüm gereksiz kumaş parçalarından kurtulduğumuzda gülümseyerek dudaklarını bacaklarımda gezidri ve en son ben kıvranırken ve bir çığlık atmak üzereyken dudaklarını dudaklarıma bastırarak beni susturdu. Bunu ilk seferinde yapmış olsa sanırım aklımı kaçırırdım.
Dokunuşunda huzur veren bir şeyler vardı. Onu gerçekten ne kadar özlediğimi yeni anlıyordum. Daha demin söylediklerine rağmen canımı acıtmamaya dikkat etti. Sanırım yarınki planlarımız iptal olacaktı çünkü o böyle şeyler yaparken ben çıkıp Londra'yı gezmek istemiyordum.
Umarım otelin duvarlarında ses yalıtımı için bir şeyler vardı yoksa yan odadakilerin çok iyi bir akşam geçirdiklerini söyleyemeyeceğim. Ama şu an hiçbir şey hakkında düşünmek istemiyordum. Aaron ve ben dışında hiçbir şey. Ne akademi , ne başımıza gelen onca şey ne de geri döndüğümzüde bizi bekleyen ve bitirmemiz gereken işler. Hiçbir şey bana şu anda kendimi daha iyi hissettiremezdi ve dünyada hiçbri yer şu dört duvarlı minik otel odamızdan daha güzel gözükmemişti gözüme.umarım beğenirsiniz. bu arada ikinci kitabın kapağını ve kendisini hazırlayıp oluşturdum. lütfen profilimden ekleyin ya da bulamazsanız bana mesaj atın ben size atarım ama lütfen hemen ekleyin böylece ikinci kitaba geçtiğimizde kaybetmemiş olursunuz..
lütfen yorum yapın benim için gerçekten önemli. iyi okumalar. sizleri seviyorum. <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞLE OYNAMA
Teen Fiction- Sen beni mi izliyordun? - Hemde tahmin edebileceğinden çok daha uzun zamandır. Birden ortadan kayboldu. Etrafıma bakındım. Hayır yoktu. Gittiğini umdum ama birden sağımda belirdi. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Nefesi kulağımı gıdıklıyordu. - S...