Gökyüzündeki sonsuz ve büyüleyici karanlığa bakarken içimdeki huzursuzluktan bir çırpıda kurtulmayı diledim. Yapmam gereken şey açık ve basitti: Annemin karşısına çıkıp birkaç günlüğüne Amsterdam'a gidip gidemeyeceğimi sormak. Ama bu soru, annem için kesinlikle alışılmışın dışında bir soruydu. Daha önce hiç yurt dışına çıkmamış, asosyal ve ürkek kızından bu soruyu işitmek onu korkutacak, şaşırtacaktı. Peki, başka çarem var mıydı? "Yok" diye haykırdı içimdeki ses. Yurt dışına çıkmak bir arkadaşımda kalmak için izin almaya benzemiyordu. Annem beni sorguya çekecek, bu yolculuğun sebebini en ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışacaktı. Bu onun en doğal hakkıydı. Karşısına dikilip "Anne, ben Çınar'a yardım etmek için onunla birlikte birkaç gün Amsterdam'a gideceğim." diyemeyeceğime göre mutlaka başka bir yol bulmalıydım. Bulmak zorundaydım. Çınar'ı oraya tek başına göndermeye kalbim razı gelmiyordu. Ne olursa olsun, onunla gitmeliydim.
••
Soğuk bir okul sabahında kolejin bahçesinde karın tadını çıkaran öğrencileri gülümseyerek izledim ve okulun ana kapısından içeri girdim. Dün sabah yerdeki karlar eriyip giderken gece tekrar kar yağmıştı ve şehir yeniden bembeyaz bir örtüye kavuşmuştu. Kar taneleriyle buluşan gece, benim de mutlu bir sabaha uyanmama sebep olmuştu. Annemden izin alma konusunda hala endişelerim vardı ama Çınar ile herşey yolundaydı.
Dün gece parkta onunla konuştuktan sonra aramızdaki buzların biraz daha eridiğini, birbirimize yakınlaştığımızı hissettim. Miraç ve Merve sevgilileriyle kavgalı olduğu için gece üçümüzü de eve Çınar bıraktı Kızlar arabada tek kelime bile etmiyorken ben hayranlıkla Çınar'ı izledim. Beni aldatacağını düşünürken Çınar bir köşede sessizliği dinlemiş, arkadaşlarımın karşısında da benim gururumu okşamıştı. Bu sebepten olsa gerek, Miraç kendini bana karşı suçlu hissediyordu. Miraç'a kızgın değildim ama sözlerinin kalbimi kırmadığını da söyleyemezdim. Hiçbir kız, en yakın arkadaşının aşık olduğu adamı kötülemesini istemezdi. Evet, Çınar'ın bir melek olmadığını, arkadaş ortamında ondan güvenilmez, çapkın, kalpsiz diye bahsedildiğini biliyordum. Ama ben onun kalbindeki sıcaklığı görebilen tek kişiydim. İnsanların gördükleri Çınar'ın kendini korumak için kullandığı o soğuk zırhtı. Ben ise o zırhın altında geçmişe saplanıp kalmış, yalnızlıkla sınanmış kalbi görebiliyordum. Tek amacım o kalbi kendi sevgimle ısıtmak ve o kalbin tıpkı benim kalbim gibi atmasını sağlamaktı.
Sınıfımın bulunduğu kata çıkmak için asansörün kapısına geldiğimde Cenker'in yanıma geldiğini gördüm. "Günaydın Nisan."
Sesindeki kırgınlığı fark etmek çok kolaydı. Demek Miraç ile aralarındaki sorun düşündüğümden daha büyüktü. "Günaydın," dedim neşeli görünmeye çalışarak. "Nasılsın?"
"Fena değil," dedi Cenker omzunu silkerek. "Miraç okula gelmedi değil mi?"
"Dün gece biraz üşütmüş. Yorgun olduğunu, uyumak istediğini söyledi. Soğuk algınlığı sanırım."
"Aramız kötü," dedi Cenker buruk bir şekilde. "Zaten biliyorsun."
Başımı salladım. "Düzeleceğini de biliyorum. Üzme kendini Cenker. Miraç sana çok değer veriyor."
"Ben de ona değer veriyorum. Biz dün sadece eğleniyorduk. Niye bu kadar büyüttüğünü anlayamıyorum. Kuzenim evleniyor, surat asıp oturmalı mıydım?"
"Tabi ki hayır. Dansçı kızlara eşlik etmeniz pek hoş değildi ama kuzenin evleniyormuş, eğlenmek en doğal hakkın."
Cenker buruk bir gülümsemeyle başını salladı. "Miraç bu akşam nikaha gelecekti ama hala aynı fikirde mi bilmiyorum."