Not: Uzun bir aradan sonra multimedyada Çınar ve Nisan fotoğrafı... Özlemişiz, değil mi?
••
Bu bir 'son' değildi. Bu bir son olmayacaktı. Bu, Çınar'ın gözlerine baktığımda kalbime düşen son kıvılcım olmayacaktı. Canım son kez yanmıyordu, yanmaya devam edecekti. İnsan, kalbine söz geçiremediği sürece, aklı konuştuğunda kulaklarını kapattığı sürece aşkın ağırlığının altında ezilmeye devam edecekti. Hangimiz birine aşık olduktan sonra yıpranmadığımızı söyleyebilirdik ki? Ben söyleyemezdim, bunu asla iddia edemezdim. Defalarca aynı adam tarafından yaralanıp, yine aynı adamı seven zayıf bir kalbim vardı. Kalbim dengesizdi, kalbim gerçekten dengesini yitirmişti. İşin en kötü yanı ise tam olarak bu değildi. Çınar'ı gördüğüm ilk günden beri, kalbimin alışkanlık edindiği zayıflık beni mutlu ediyordu. Evet, Çınar'ın karşısında zayıf olmayı seviyordum. Çünkü eğer kalbime söz geçirebilseydim, Çınar'ın yüzünü bir daha görmek bile istemezdim. Ama istemiştim, hala istiyordum. Zayıflığım beni terk etmediği sürece Çınar'a bağlı olacaktım ve bu benim sonumu getirecekti. Onun aşkı beni bir gün mutlaka yenecekti. O karanlık gözlerine baktığım her saniye bunu bir kez daha anlıyordum.
"Nisan? İyi misin? Gitmek ister misin? Lavaboya gidelim mi? Ah, yüzün bembeyaz oldu! Berbat görünüyorsun!"
Sesler...
"Nisan? Sakin ol, sadece sakin ol. Ona bakma tatlım, tamam mı? Sadece bana odaklan. Lütfen, beni korkutuyorsun."
Bir el, bileğimi sımsıkı kavramıştı. Başka bir el de sırtımı sıvazlıyor, beni yatıştırmaya çalışıyordu. Miraç ve Selin, diye düşündüm. Bir şey yok. Onlara güvenebilirsin. Yüzlerini gördüm. Arkadaşlarımın bana bakarken ne kadar da korktuklarını gördüm. Beynim onların sesini algılayabiliyordu ama cevap vermekte zorlanıyordum.
"Bakma ona," dedi Miraç. Parmakları yanağıma dokundu. Elleri çok mu soğuktu, yoksa bana mı öyle geliyordu? Gözlerimi kapattım. "Mi-raç?" Konuşabiliyor muydum? Bedenim aklımdan geçenleri uygulayabilmiş miydi?
"Evet, buradayım canım. Buradayım. Uzaklaşmak ister misin? İyi görünmüyorsun."
Başarmıştım. Miraç beni duymuştu, sesimi ona duyurabilmiştim. Bileğimi kavramış parmaklar gevşeyip uzaklaştı. "Bizi korkuttun," dedi Selin. "Haydi gel, gidelim."
Gözlerimi Çınar'ın yüzünden bir saniye bile ayırmıyordum. Aramızdaki mesafe o kadar azdı ki... Etrafını saran o kalabalık olmasa beni çok rahat duyabilirdi. "Ben..."
"Ona bakmak zorunda değilsin," dedi Miraç. "Gerçekten bunu yapmak zorunda değilsin tatlım. Sorun yok, biz yanındayız. Hemen şimdi uzaklaşabiliriz."
"Ben..." Uzun, titrek bir nefes aldım. "Hayal görmüyorum. Hayal görmüyorum, değil mi? O burada. O gerçekten burada."
"Onunla şimdi yüzleşmek zorunda değilsin," dedi Miraç. Çınar'ın etrafındaki kalabalık o kadar gürültülüydü ki, Miraç ve Selin'in söylediklerini duymakta güçlük çekiyordum. Miraç kulağıma iyice eğildi. "Hiçbir şey senden önemli değil Nisan. Kimse senden daha değerli değil. Eğer istersen onunla sonra konuşursun."
"Sadece...bakmak istiyorum,"diye fısıldadım. Beni duymuşlar mıydı, emin değildim. Tek isteğim, Çınar'ın bir kez daha gözlerimin içine bakmasıydı. Kalabalıktan kurtulup bir kez daha bana bakmasını istiyordum. Sonra... Sonrası önemli değildi. Onu görmek istiyordum. Onun yüzünü görmek istiyordum.
"Nasıl gelir buraya? Ne hakla senin karşına böyle çıkar?" Selin'in öfkeli sesi kulaklarımın dibinde yankılanıyordu. "Şu hale bak, şu insanlara bak. Oyun mu oynuyor bizimle?"