Acı, ruhumu karanlık bir örtüyle kaplarken, Çınar ile yaşadığımız her an gözlerimin önünden gelip geçiyordu. Etrafımdaki insanları bulanık görmeye başlamıştım ve ışıklar yüzünden başım dönüyordu. Az önce yaşadıklarım gerçek miydi?
Nefes alırken boğazıma yapışmış bir ağırlık hissediyordum. Keşke şimdi ağlayabilseydim... Ağlayıp içimdeki karanlığı damla damla akıtabilseydim... Ama ağlayamıyordum. Hareket edemiyordum. Yaptığım tek şey karşımda duran, kocaman bir gerçeğe bakmaktı.
"Bu arada ben İrem. Ankara'da okuyorum, birkaç arkadaşımı görmek için geldim."
Aynı cümleler, aynı isim defalarca kez beynimin içinde tekrarlandı. İrem. İris.
Bana iyilik yaptığına inandığım kadın, Çınar'ın bir zamanlar aşık olduğu kadındı. Bir zamanlar mı? Buna kalbimi inandırabilir miydim?İçine düştüğüm uçurumu, o uçurumun kalbime tattırdığı ızdırabı tarif edebileceğim bir kelime bulamıyordum. Bakışlarım, karşımda dikilmiş beni inceleyen o kararlı, güçlü gözlere kaydı. "Bu şekilde olmasını istemezdim," dedi İris, yüzümdeki ifadeye bakarak. Muhtemelen aptal gibi görünüyordum. Gibi değil, ben bir aptaldım. İris'in yüzüne aptal bakışlarımla bakmaya devam ettim. Kaşlarını üzülür gibi çatmış, dudaklarını hafif yukarı kıvırmıştı. Üzülmüş müydü? Başından beri planladığı şey bu olmalıydı halbuki. Beni bu şekilde görmek, İris'in uzun zamandır kurduğu bir hayal olmalıydı.
"Senin ne işin var burada?"
Bu sesi duymak vücudumdaki tüm kanın kalbime çekilmesine sebep olurken, bedenim titremeye başlamıştı. Çınar yanımdaydı. Bu gerçekle yüzleşmek ne kadar tuhaftı. İris'i gördüğüm an, sanki Çınar burada değilmiş, İris'i görmüyormuş gibi hissetmiştim. Bu benim kendimi çaresizce kandırışımdı. Çınar'ın sesini duymak ve onun İris'e bakan gözlerini görmek bana son darbeyi vurmuştu. Daha fazlasını kaldıramayacağımı biliyordum. Tüm o kalabalığa arkamı döndüm ve koşarak uzaklaşmaya başladım. Ayakkabılarım yüzünden canım yandığında onları çıkarıp fırlattım, durmak istemiyordum.
Gözyaşlarım daha yeni buluşmuştu yüzümle. Nefesim kesilene dek koşmaya devam ettim. Beni izleyen gözleri fark edebiliyordum. İsmimi söyleyen sesleri de işitmiştim. Ama hiçbiri yeterli değildi. Bu ağırlığı hiç kimse hafifletemezdi.
Kendimi caddeye attığımda her şeyin saniyeler içinde gerçekleştiğini anlıyordum. Ne ara havuzun yanından geçmiştim? Dans eden insanların arasından ve balo salonundaki kalabalıktan nasıl kurtulmuştum? Daha dakikalar önce bana cennet gibi görünen yer, nasıl cehennemdeymişim gibi hissettirmişti?
Caddede birçok kişi vardı ama kimseyi tanımıyordum. Yüzüme şaşkınlıkla bakan gözleri umursamıyordum. Soluğum kesilmişti, boğazım yanana dek öksürdüm. Bir taksi bulmak umuduyla etrafıma baktım ama taksi falan göremedim. Çıplak ayaklarımla caddede yürümeye başladım. Kaybolmuş, bir köşede unutulmuş bir kız çocuğu gibi hissediyordum.
Hava kararmıştı ama işlek caddelerden geçtiğim için korkmuyordum. Bir an nereye gittiğimi düşündüm ama bu sorunun cevabını bulamadım. Bir amacım olmadan dakikalarca yürüdüm, durup düşündüğüm zaman canım daha çok yanıyordu. Çınar'ı orada, İris'in yanında bıraktığımı düşünmek beni öldürüyordu. Ama Çınar peşimden gelmemişti. Ben koşarken beni durdurmaya yeltenmemişti bile. Belki de benim kadar şaşkın olduğu içindi. Belki onun da canı yanıyordu ve kaçmak istiyordu. Birazdan beni bu uçurumdan çekip çıkarır mıydı? Beni bulup kollarının arasına alır mıydı?