22. Bölüm "Söz"

409 38 6
                                    

Şubat ayı, ayazı ve insanın soluğunu kesen soğukları beraberinde getirmişti. Bir ay öncesine kadar yağan lapa lapa kar havayı yumuşak ve sakin kılarken, şu günlerde kuru ayaz insanın içine işliyordu. Herkes gibi ben de içimi ısıtacak güneşin gökyüzüyle bir an önce kavuşmasını bekliyordum. Yarı yıl tatilimin ilk haftasının ortasındaydım. Hafta başladığından beri boş günlerimi kafeye gelerek değerlendiriyordum. Tatil yapan öğrenciler sıcak bir kahve ve dedikodu için soluğu kafelerde alıyorlardı. Haliyle Düş Sokağı da en kalabalık zamanlarından birini yaşıyordu. Şu an da kafede annem ve ablam dışında-mutfağı saymazsak- iki kişi çalışıyordu ama yine de işlere yetişemiyorduk. Ben yine de bu yoğunluğu seviyordum çünkü çalışmak bana iyi geliyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum ve akşam eve döndüğümde o tatlı yorgunlukla yatağıma kavuşuyordum.

Ablamın kafe için yaptırdığı, üst kısmında aile fotoğrafımızın olduğu takvimden bir sayfa daha kopardım. "Ve günlerden çarşamba," diye fısıldadım, ablam masaların tozunu alırken. "İçimden bir ses bugün çok yorucu olacak diyor," diye ekledim.

"O kadar yorucu olmasa iyi olur," diye karşılık verdi ablam. Henüz birkaç tane masa silmiş olmasına rağmen bir sandalye çekip oturdu ve iç çekti. "Bu sabah kendimi pek iyi hissetmiyorum. Biraz midem bulanıyor. Aslında kendimi aç hissediyorum ama içimden bir şey yemek gelmiyor."

Annem bir el beziyle ellerini kurulayarak mutfaktan çıktı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa bizi dinlediği belli oluyordu. "Aman yavrum," dedi telaşlı bir şekilde. "Bütün gün burada kalıp da daha kötü olmayasın sakın? Zaten havalar fena, insanlar hastalıktan kırılıyor. Demek ki vücut direncin düşmüş. Haydi, sen evine gidip bir güzel dinlen."

Başımı hızlı hızlı sallayarak annemin söylediklerini onayladım. "Bu hasta halinle neden geldin ki?" diye sordum ablama. "Sana bir taksi çağıracağım abla. İtiraz istemiyorum, eve dönüyorsun."

Ablam tek elini havaya kaldırdı ve gülümseyerek, "Şımarıyorum ama," dedi. "Biraz abartmıyor musunuz? Midem dışında hiçbir sorunum yok. Ben iyiyim, idare edebilirim kızlar."

"Kardeşin doğru söylüyor Nihan," diyerek araya girdi annem. Ablamın yanına gitti ve ateşini ölçmek için elini onun alnına koydu. "Ateşin yok ama yine de riske atamayız. Bir taksi çağıralım, bir an önce eve dönüp dinlen. Kafe kaçmıyor kızım, iyileşince dönersin."

"Nasıl idare edeceksiniz?" diye sordu ablam. "Kafe çok kalabalık oluyor. Sizi tek başınıza bırakamam ki."

"Tek başımıza olmayacağız," diyerek araya girdim ve cebimden cep telefonumu çıkardım. "Merve ve Miraç da bize yardım etmek istiyorlardı zaten. Ben onları ararım, öğlene kadar burada olurlar."

"O zaman olur," dedi ablam pes ederek. Gerçekten solgun ve hasta görünüyordu. Hiç vakit kaybetmeden ablam için bir taksi çağırdık ve onu eve yolladık. Annem mutfaktaki iki aşçımıza yardım ederken, ben de kalan eksikleri tamamlıyordum. Düş Sokağı her zamanki gibi düzenli ve temiz görünüyordu. Annemin en sevdiği orkide parfümünü kafenin içinde dolaştırdıktan sonra kasaya geçip laptobumun başına oturdum. İnsanlar sabahın erken saatlerinde bile kafeye akın edince yorucu bir günün daha bizi beklediğinin farkına varmıştım.

Öğlene doğru Merve ve Miraç yardım için kafeye geldiler. Üçümüz diğer çalışanlara yardım ediyor, kafenin içinde pervane gibi dolaşıyorduk. "Masa 11'in siparişlerini alır mısınız?" diye bağırdı Merve. Elleri, boş tabak ve bardaklarlarla doluydu.

"Ben hallediyorum," dedim ve iki müşteri hesap ödeyip kasadan ayrıldıktan sonra Merve'nin yardımına koştum.

"İlk fırsatta şu cevizli kekten yiyeceğim," dedi Merve. Boş servis tabağındaki kırıntılara bakınca yüzünü buruşturdu. "Ya bizim işimiz bitene kadar cevizli kek de biterse?"

Nisan Güneşi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin