4 Yıl Önce
Soğuk havanın verdiği o yıpratıcı ve yorucu etkiyle adımlarımı hızlandırmam gerektiğini fark ettim. Üşüyordum. Paltomun kollarına sıkı sıkı sarındım ve son kez etrafıma baktım. Kimse yoktu, peşimdeki adamları atlatmayı başarmıştım. Güvende sayılırdım, en azından şimdilik. Gidecek yerimin olmaması dışında başka sorunum yoktu. Ah, param da yoktu tabi. Ve yalnızdım. Bana yardım edecek biri de yoktu. Durup kendi kendime gülümsedim. Aslında sorun çoktu. Kendimi kandırmamalıydım. Bir başıma sokaklardaydım işte, çaresizdim.
O teklifi kabul etmediğim için kendime kızıyordum aslında. Eğer kabul etseydim şimdi lüks ve sıcak bir otel odasında keyif çatıyor olacaktım. Ama aynı zamanda bir başkasını mutsuz edecektim.
Teklife göre yapmam gereken şey genç ve zengin bir erkeğin kalbini çalmaktı. Onun hakkındaki herşeyi öğrenmek ve anlaştığım adamlara bilgi sızdırmaktı. Daha önce de yapmıştım bunu. Benim için düşündüğümden çok daha kolay olmuştu. Ama bu seferki kolay lokma değildi. Akıllı bir erkekti. İstediğini elde etmesini biliyordu. "Tıpkı benim gibi," diye düşünmeden edemedim.
Babamı çok küçük yaşta kaybetmiştim. Hayatımdaki en kötü dönemdi fakat ben o dönemi annem sayesinde atlattım. Bana hem annelik hem babalık yapmıştı. Bir yıl önce ise tıpkı babam gibi annemi de kaybettim. Dünyamın karardığını biliyordum. Bir daha asla güçlü olamayacağımı biliyordum. Güzelliğimi kullanıp ayakta kalmayı öğrenene dek yokluk ve yalnızlık çektim. Sonra bana bir yardım eli uzandı ve ne yapmam gerektiğini kulaklarıma fısıldadı. O gün öğrendim ki; hayatta en önemli şey güçtü. Güç olursa herşeye sahip olabilirdim. Zamanla kalbimi tüm duygulara kapattım. Aşka, arkadaşlığa, sevgiye kapattım kendimi, duygulara inanmayı bıraktım.
Dün geceye kadar da bu hep böyle kaldı. Kimsenin hislerini önemsemedim. Bencil davrandım çoğu zaman, insanların duygularıyla oynadım. Yalanlar söyledim, kırıp döktüm. Sonra dün gece annem rüyama girdi. İnsanların kalbiyle bir oyuncak gibi oynamayı bırakmam gerektiğini söyledi. Mutlu olmak için bir kalbim olduğunu hatırlamam gerektiğini söyledi. Onu dinlemeye karar verdim. Artık oyun yoktu, yalan yoktu. Bir şekilde idare etmeliydim. Ayakta kalmanın bir yolunu bulmalıydım.
Bir pansiyon bulma umuduyla gözlerimi civarda gezdirmeye devam ediyordum. Sokaklar bomboştu. Kasım ayındaydık ve kış kapıya dayandığı için soğuk kendini belli etmişti.
Dalgın dalgın yürürken sağ tarafımdan yüzüme yansıyan araba ışıklarını fark ettim. Refleks olarak geri çekildim. Arabanın kornası yüzünden irkildim ve gözlerimi kapattım. Az kalsın eziliyordum. Kaldırıma çıkıp sakinleşmeye çalıştığım sırada araba durdu ve içinden o indi. Sokak lambasının altında, çok yakınımda olmamasına rağmen onu hemen tanıdım. Bu bir tesadüf müydü, işaret miydi emin değildim.
"Dikkat etsene," dedi sert bir şekilde. Yanıma yaklaştı ve iyi olup olmadığımı anlamak istercesine bedenimi süzdü. "İyi misin?"
Yüzüne dikkatle baktım. Fotoğraflarda gördüğümden çok daha yakışıklıydı. Simsiyah giyinmişti ve bakışları gizemli dünyasına açılan birer pencere gibiydi.
"İ-iyiyim," diye kekeledim. İyi falan değildim. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim hatta. Eğer teklifi kabul etseydim kalbini çalıp hakkındaki herşeyi öğreneceğim adam tam karşımda duruyordu. 19 yaşındaydı ama daha olgun göründüğü kesindi.