54. Bölüm "Cehennem"

541 44 5
                                    

-3 Hafta Sonra-

Kıyıya vuran dalgaların sesi...Denizin insanı yatıştıran kokusu ve mavinin sakinliği... Zamanın içinde bir yerlerde kayboluyordum bu görüntüyü seyrederken. Çakıl taşlarının üzerine oturmuş, ayaklarıma kadar uzanan dalgalarla birlikte dağılıp gidiyordum. Çocukken de aynı şeyi yapardım. Çıplak ayaklarımla kıyıya oturur, dalgaların beni bulmasını beklerdim.

"Hala buradasın minik kuş."

Selim'in sesini duyunca irkildim ve başımı kaldırıp ona baktım. Benim yaptığım gibi kıyıya oturdu ve bağdaş kurup bir elini omzuma attı.

"Gidemedim," dedim gözlerimi yeniden maviliklere çevirerek. "Çok güzel değil mi?"

"Öyle," dedi Selim. "Ama saatlerdir burada oturuyorsun. Canın sıkılmadı mı? Bisiklet turu yapmak ister misin?"

"Belki sonra," dedim omuzlarımı silkerek. Burada oturmak bana iyi geliyordu. Daha iyi düşünüyor, kendimi daha iyi hissediyordum.

"O zaman ikimize dondurma alıp geliyorum," dedi Selim. Ayağa kalktı ve "Limon ve çilekti değil mi?" diye sordu. Onaylar biçimde başımı salladım.

Üç haftadır buradaydım. Çınar ile ölümden döndüğümüz o gecenin sabahı Bursa'ya, teyzemin yanına gelmiştim. Annem ve ablam kafe yüzünden benimle birlikte gelememişti.   Onları özlemiştim ama teyzem annemin yerini aratmamak için elinden geleni yapıyordu. Sırf gönlümü almak için "Ben seni Selim'i sevdiğimden daha çok seviyorum," deyip gülüyordu. Eniştem de akşamları bizi sahil yürüyüşüne çıkarıyor, benim sıkılmamam için çabalayıp duruyordu. Yine de burada kalmak benim için kafese kapatılmaktan farksızdı. Çünkü sorun onlar değildi. Sorun bendim. Sorun benim içimdeki kafesti. Kalbimi kapattığım o kafes yüzünden boğuluyordum.

Çınar'ı üç haftadır görmüyordum. Onu son gördüğümde polislere ifade veriyordu. Sonrasında annemler gelmişti ve ben Çınar'a veda bile edemeden apar topar Bursa'ya gelmiştim. Kimse bana fikrimi sormamıştı, kimse benim hislerimi önemsememişti. İçimdeki boşluk bu yüzündendi. Çınar nerede, ne yapıyor bilmiyordum. Buraya gelmeden önce ablam telefonumu elimden almıştı. Akşam olduğunda Selim'in telefonundan annemle konuşabiliyordum, hepsi buydu.

En acısı da okulun son gününde okulda olamamamdı. Arkadaşlarıma da veda edememiştim. Artık liseli değildim ve bir daha hiç yaşayamayacağım bir günü kaçırmıştım. Özgürlüğüm elimden alınmıştı. Görünüşte burada tatil yapıyordum, buraya kafamı toparlamak için gelmiştim. Ama bu gerçek değildi. Arkadaşlarımdan uzaktaydım. Sevdiğim adamdan uzaktaydım. Bu şekilde mutlu olabilir miydim?

"Al bakalım," dedi Selim dondurmayı uzatırken. Yeniden yanıma oturdu. "Akşam şehir merkezine gidelim diyor babam. Alışveriş falan yaparsın, iyi gelir sana."

"Yok Selim, buna hiç gerek yok. Alışveriş yapmak istemiyorum. Burada kalıp test çözeceğim."

"Geldiğinden beri farklı bir şey yapmıyorsun zaten," dedi Selim. "İki gün sonra evine döneceksin. Son günlerini de ders çalışarak geçirme. Buna ihtiyacın olmadığını ikimiz de iyi biliyoruz."

Selim haklıydı. İki gün sonra dönüyordum. LYS sınavına girmek zorundaydım, bunun için dönecektim zaten. Sınavdan sonra annemlerin beni buraya tekrar göndereceklerinden emindim. Aslında onlara kızamıyordum da. Kendimi annemin yerine koymaya çalışıyordum sürekli. İki kurşundan kurtulmuş, hayata tutunmuştum ve annem bunu öğrendiğinde çıldıracak gibi olmuştu. Ablam bundan Çınar'ı sorumlu tutmaya devam ediyordu. "O pisliğin dibinde olmaya devam edersen, birgün senin cesedini bulacağız," demişti en son. Çınar pislik falan değildi. Kimse onu benim gözlerimle görmemişti. Nasıl bu kadar peşin hükümlü olabiliyordu insanlar?

Nisan Güneşi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin