34. Bölüm "Sükunet"

416 39 4
                                    

Yaprakların hafif hışırtısından ağaç dallarının kıpırdadığını hissedebiliyordum. Rüzgarın nefesi bir yerlerden odaya doluyordu, gözlerimi açmadan önce baharın kokusunu içime çektim. Gözlerimi aralayınca ilk gördüğüm, Çınar'ın huzurlu ve ifadesiz yüzüydü. Uyuyordu, ne kadar da masum görünüyordu. Parmaklarımı uzatıp Çınar'ın çenesindeki kirli sakallara dokundum. Gün ışığı Çınar'ın omuzlarının üstünden yükseliyordu, belki de şimdiye dek gördüğüm en güzel manzaraydı bu. Aralanmış pencereden içeri dolan taze havayı ciğerlerime doldurdum ve yatakta biraz daha keyifle kalmaya karar verdim. Bu evde geçirdiğim birkaç günü düşündüm. Çınar'ın evindeydim. Yani daha çok kısa bir zaman önce, Yağmur'la beraber kaldıkları için kendimi yiyip bitirdiğim evdeydim. Şimdi ise her şey bambaşkaydı, aklımın ucundan bile geçmeyecek bir boyuta ulaşmıştı durumlar. Yağmur iyileşmişti, Hakan'la birlikte gizlenmeye devam ediyorlardı. Yağmur'u görmeyi ve ona destek olmayı her şeyden çok istesem de bunu yapamazdım. Tek sorun güvende olmamamız da değildi, hayatım bir anda eski bir romanın sayfaları gibi dağılmıştı. Beni her fırsatta köşeye sıkıştıran babamla mı uğraşmalıydım, yoksa geride bıraktığım ve bir türlü affedemediğim annemi mi avutmalıydım, hiçbir şey bilmiyordum. Tek tesellim, Mert'in de bu evde kalıyor, ara ara bana umut verip yüzümü güldürüyor olmasıydı. Tuna ile durmadan birbirlerine sataştıklarını görmezden gelirsek son birkaç gündür sükunet içindeydim. Özgür'ün ihaneti, beynimin karanlık köşesine saklanmış tehlikeli bir düşmandı. Ara sıra saklandığı yerden çıkıyor ve ruhuma işleyen şüphe tohumlarıyla buluşuyordu. Kimdi Özgür? Çınar'dan ve benden ne istiyordu? Çınar'ın düşündüğü gibi, Özgür'ün Savaş Timur'la bir bağlantısı var mıydı? Soru işaretleri, birbirlerinden üstün gelmek için beynimde yarış halindeydiler sanki. Günlerdir bu evden dışarı çıkmamıştım, hala kendimi toparlayabilmiş değildim.

"Günaydın." Çınar'ın uykulu sesi, ruhumdaki karanlık, dar sokağa sabah güneşi gibi doğdu. Uzun ve gür kirpiklerinin altında parlayan kestane rengi gözleri gözlerimle buluştu. O gözlere sadece birkaç saniye bakmak bile içimi ısıtıyordu. "Günaydın," dedim buruk bir şekilde. "Uzun zaman sonra birlikte ilk sabahımız."

Çınar belli belirsiz bir tebessümle bana biraz daha yaklaştı ve başımı kolunun üstüne alarak beni kendine doğru çekti. "Senin için sakıncası yoksa ben hep...birlikte uyumak istiyorum."

"Sence sakıncası var gibi mi görünüyor?" diye sordum, burnumu Çınar'ın boynundaki boşluğa yerleştirirken. Tenindeki kokuyu uzun uzun içime çektim. "Elimde olsa seni bir saniye bile yanımdan ayırmam," diye fısıldadım.

Çınar güldü. "Duşta bile mi?"

Gözlerimi devirerek Çınar'ın karnına şakayla karışık vurdum. "Hemen şımarma," diye fısıldadım, dudaklarımı köprücük kemiklerinin ortasındaki çukura bastırırken. Kokusu öyle güzeldi ki kendimi ondan alamıyordum. "Bugün hep birlikte dışarı mı çıksak Çınar? Mert'e çok ayıp oldu. Çocuk Türkiye'ye geldiğinden beri şu olanlara bir bak. Onu kendi evimde misafir bile edemedim."

"Düşündüğün tek şey Mert'in keyfi mi yani?" Çınar'ın sesi biraz incelmişti, onu tanımasam bana alındığını falan düşünebilirdim. Çınar bu konuda beni anlamıyordu, sonuçta Mert kim olursa olsun benimle kan bağı olmayan bir erkekti. Bu da Çınar'ın mantıktan uzak davranması için gerekli bir sebepti. Ama Mert'i kırmak istemiyordum, o benim için çok değerliydi.

"Neden böyle düşünüyorsun?" diye sordum, bakışlarımı Çınar'ın yüzünde birleştirerek. Çınar benden biraz uzaklaşarak sırt üstü yattı ve gözlerini tavana dikti. Bana sarılmayı bıraktığı an kendimi boşluğa yuvarlanıyormuşum gibi hissediyordum, böyle olmak zorunda mıydı? "Bana hiç güvenmiyorsun, sen de en az benim kadar körsün. Özgür yüzünden böyle yapıyorsun, öyle değil mi? Onun yaptıklarından bile beni sorumlu tutuyorsun."

Nisan Güneşi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin