Göğüs kafesimde can çekişen kalbimi susturmaya çalışıp gözlerimi kapattım. Nefesim ciğerlerimi dağlıyordu, çaresizliğe sıkışıp kalmıştım. "Kimsiniz siz? Ne arıyorsunuz burada?" Hiç tanımadığım adamların yüzüme tuttuğu ışık karşısında gözlerimi korkuyla kırpıştırdım. Mert'in elini o kadar çok sıkıyordum ki, sıktığım yerde kan dolaşımının durduğuna emindim. Çınar gelmesin. Çınar buraya gelmesin. İç sesim korkuyla haykırıyordu. Lütfen Çınar gelmesin. "Biz...şey..." Söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Sonra bir şeyler oldu. Bir yerlerden bi gürültü koptu ve ışıklar yandı. Giderek artan bu kargaşa bizim yüzümüzdendi. Bu soğuk, karanlık ev aydınlanınca iliklerime kadar ürperdim. Duvarlardaki tuhaf lekeler, tanımadığım yüzlere sinen kasvet ve bu uğursuz hava beni korkutmaya yetmişti. Saniyeler önce duyduklarımı henüz sindirememişken şimdi kapana kısılmıştım. Ve Mert de benim yüzümden tehlikedeydi. Ona bütün bunları yaptırdığım için kendimden nefret ediyordum.
Adamlardan biri belinden silahını çıkardı ve Mert'in kafasına dayayıp, "Konuş!" diye bağırdı. Sanki her şey ağır çekimdeydi. Korkudan gözüm dönmüştü ve titremekten başka bir şey yapamıyordum. Nefes alabildiğimi hissettiğimde ellerim harekete geçti ve Mert'i hedef alan silaha sarıldım.
Gözyaşlarımın arasından, "Yapmayın," diye fısıldadım. "Durun, lütfen, yapmayın." Uzun boylu, iri yarı, oldukça sert mizaçlı adamın kaşları hayretle çatıldı. Ona yalvaran gözlerle bakarak, "Biz Çınar'ın arkadaşlarıyız," dedim. "Onu tanıyor musun? Bize zarar verme, lütfen."
Adam, silahını Mert'in başından çekti ve arkadaşlarına dönüp onların bir şey bilip bilmediğini kontrol etti. "Geldiğinizi biliyor mu?" diye sordu içlerinden biri. Başımı olumsuz bir şekilde sağa sola salladım. Bu işten nasıl sıyrılacağımı bilmiyordum.
"Yürüyün," diye emretti, az önce bize silah doğrultan adam. "Şimdi her şeyi anlarız."
"Yapmayın, size yalvarıyorum." Sesim çaresizlikle harmanlanmış bir yakarıştı. Çınar burada olduğumuzu anlarsa, öğrenmediğimiz birçok şey bilinmezliğe saplanıp kalırdı. "Çınar burada olduğumuzu bilmiyor. Biz...şey için geldik. Söylemeyin, lütfen."
"Ne oluyor burada?"
Çınar'ın sesini duyunca gözlerimi, gözkapaklarıma binen korkunç ağırlıkla kapattım. Bitti, diyordum içimden. Hepsi buraya kadar. Çınar'a ne söyleyecektim? Belki de buraya gelmem başlı başına bir hataydı. Çınar, adamların yanına gelip Mert'i ve beni gördüğü an, yüzüne bir şok dalgası yayıldı. Kaşları hayret-öfke karışımı bir duyguyla karışırken dudakları belli belirsiz kıvrıldı. "Nisan? Ne yapıyorsun burada?"
"Nisan'ın bir suçu yok," diyerek öne atıldı Mert. "Bu benim fikrimdi. Seni takip ederek sakladığın şeyleri öğrenmeye çalışıyorduk." Mert pişmanlıkla yutkundu, bana özür dileyen gözlerle bakıyordu. "Onun daha fazla acı çekmesini istemedim."
Çınar yumruğunu sıktı. Çenesi sinirden kasılıyor muydu, yoksa bana mı öyle geliyordu? Kahverengi gözleri ateş saçarken öne atılıp bileğimi kavradı ve "Acı çekmemek için ha," diye fısıldadı alaycı bir ses tonuyla. "Gerçekleri mi istiyorsun? Bazı şeyleri beynin idrak edemiyor, değil mi? Kendi kendini bitirmek istiyorsun yani. Hayatını kendi ellerinle mahvetmek istiyorsun."
"Çınar...ben..." Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Gözlerimden süzülen yaşlar konuşmama engel oluyordu. Az önce bizi köşeye sıkıştıran adamlar hayretle birbirlerine bakıp gittiler. Yağmur ve sevgilisi olan adam-Hakan- konuştukları odanın kapısına çıkıp bize bakmaya başladılar. Dudaklarımı çaresizce kıpırdattım. "Ne olursa olsun, bilinmezlikten iyidir," diye fısıldadım. O an, Çınar'ın o derin gözlerinden binlerce duygu geçti. Öfkeyle alıp verdiği nefesin sıcaklığını yüzümde hissedebiliyordum. Sonra birden hareket ettiğimi fark ettim. Çınar, beni kolumdan tutarak merdivenlerden aşağı sürüklüyordu. Arkamdan gelen sesleri, en çok da Mert'in sesini duydum ama duramadım. Eğer bu gece olmazsa bir daha asla olmayacaktı. Soluk soluğa aşağı kata kadar koştum. Çınar'ı yavaşlatmak yerine, onun işini kolaylaştıracak kadar hızlı adımlar atıyordum. Kendimizi karanlık sokağa attığımızda arkamızdan çarpan demir kapının tok sesini işittim. Yağmur başlamıştı. Biz geldiğimizde de yağıyor muydu, farkında bile değildim. Gökyüzü isyankar bir şekilde gürülderken, gözyaşlarımı ellerimle hızlıca sildim. "Kızma bana," diye fısıldadım, Çınar'ın sırtına uzanırken. Arkası dönüktü, öyle sinirliydi ki yerinde duramıyordu. "Özür dilerim, Çınar. Eğer bir şeyleri berbat ettiysem...affet beni. Ben sadece-"