Gözlerim, bana bakan iki mavi göze kilitlenmiş haldeydi, hiçbir şey yapamıyordum. İçimde durduramadığım bir öfke vardı, gitgide büyüyordu sanki. ''Ne işin var senin burada?''diye sordum. Tek yapabildiğim nefretimi kelimelere dökmekti.
"Annenle konuşmak için geldim," dedi Kaya. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. "Senin hakkında," diye ekleyince nefesimi sesli bir şekilde dışarı verdim. Ondan nefret ediyordum. Yüzümü buruşturup sanki karşımda midemi bulandıran bir görüntü varmış gibi yüzüne baktım. "Benim hakkımda tek kelime etme," diye tısladım. "Benimle ilgili hiçbir şey yapma anladın mı? Karşıma çıkma, ailemden uzak dur Kaya."
"Kaya," diye tekrarladı. Aramızda fazla mesafe yoktu ve bu beni daha da boğuyordu. "Bana böyle hitap etmeyi kes," diye emir verdi. Kalbimi kırılmıştı yoksa? Ya da herkesin ona boyun eğmemesi canını sıkmıştı belki?
"Ne söylememi istersin?" dedim alay eder gibi. "Baba dememi ister misin? Hissederek söylemediğim bir şey seni yeterince tatmin eder mi?"
"Küstah," diye fısıldadı, sinirlendiğini çatık kaşlarından görebiliyordum. Onu sinirlendirmek hoşuma gitmişti aslında. "Benimle böyle konuşma, ben senin babanım. Sen ne düşünürsen düşün, bu gerçeği değiştiremezsin. Damarlarında Yücetan kanı taşıyorsun."
"Damarlarımda hangi kanı taşıdığım hiç önemli değil," dedim kaşlarımı çatarak. "Kalbim senden nefret ediyor Kaya Yücetan."
Evime girmek için kapıya uzandığımda Kaya bileğimi tuttu ve "Annen," diye fısıldadı. "Anneni merak etmiyor musun?"
"Annem burada," dedim kapıyı işaret ederek. "Şu kapının ardında ve beni bekliyor. Kızının eve dönmesini bekliyor anladın mı?"
"Hülya da kızını bekliyor," dedi Kaya. Hülya. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Kaya'nın canını acıtmaya çalışsam da canı yanan ben oluyordum. Sözleri beni paramparça ediyordu. "Annen hasta Nisan, seni bekliyor."
"Senin saçmalıklarına inanmıyorum," diyerek bileğimi kurtardım. "Git evimden," diye tısladım. "Sen beni ölüme terk ettin! Daha doğmamışken benden kurtulmak istedin! Ne yüzle karşıma çıkıyorsun?"
"Gençtim, çok hata yaptım," dedi Kaya. Sesi incelmişti ve bu haliyle savunmasızdı. Pişman mıydı? Bunu bilmek istesem de soramazdım. "Anneni tanıyabilirsin Nisan. Seni doğuran kadını ölmeden önce son kez görebilirsin."
Kelimeler ciğerime saplanan birer ok gibiydi. Bir şey söylemedim ve anahtarımı çantamdan çıkarıp evimin kapısını açtım. Kapının açıldığını duyan annem salondan sesleniyordu. "Kim o?"
Gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Kapıyı Kaya'nın yüzüne kapattım ve duvarın dibine yığıldım. Beni doğuran kadın hasta mıydı? Beni görmek istiyor muydu? Kaya bana yine oyun mu oynuyordu? Hıçkırıklarım sesime karışırken annem benim geldiğimi gördü ve yanıma eğilip beni kollarının arasına aldı. İkimiz de ağlıyorduk, ikimiz de yıpranmıştık. Annemin kollarında güvende hissetmiştim ama kalbime saplanan korku beni hiç terk etmeyecekti.
••
Evime döneli henüz bir gün olmuştu ama şimdilik kendimi iyi hissediyordum. Dün bütün gün annemle dertleşmiştim ve bana bilmediğim her ayrıntıyı anlatmıştı. Anne-kız hasret giderirken kafamı toplama fırsatı bulabilmiştim.
Bugün tarih 20 Mayısı gösteriyordu, yani Çınar'ın doğduğu günü. Sabah çok erken bir saatte uyandım. Güneş yeni doğuyordu ve gökyüzü insanı büyüleyecek kadar güzel görünüyordu. Bugün yapacak çok şey vardı ve bir an önce işe koyulmalıydım. Dün geceden beri kafamda kurguladıklarımı gerçekleştirmek adına Ufuk'u aradım. Önemli bir sorun olduğunu ve bunu Çınar'a söylememesini, benimle öğle saatlerinde Düş Sokağı'nda buluşmasını söyledim.