Kraliçenin odasına girdiğimde ana kraliçenin de orada bulunduğunu gördüm. İkisi birden benimle neden görüşmek istemişlerdi ki? Nazikçe onları selamladıktan sonra başım eğik bir şekilde kenara çekildim.
Ana kraliçe oldukça güler yüzlü bir tavırla "Neden oturmuyorsun? Birlikte bitki çayı içelim." dedi. Kocası her ne kadar kötü olsa da, yengemin oldukça iyi birisi olduğunu hatırlıyordum.
"Ben ne cüretle..." diyebildim. Kraliçede bana oldukça iyi bir tavırla "Lütfen gel, otur." diye gülümsedi. Daha fazla uzatmadan çekinerek yan taraflarına oturdum.
Kraliçe ve ana kraliçenin çaylarını fincanlarına dökerek ikram etmeye başladım. Kraliçe, çayın yanında bulunan kurabiyelerden bir tanesini alıp bana uzatmıştı.
"Lütfen utanmadan ye. Daha tam iyileşmemiş olmalısın."
Şaşkınlığımdan titremeye başlasam da belli etmemeye çalıştım. Başım eğik bir vaziyette nazikçe kraliçenin elinden uzattığı kurabiyeyi alıp küçük lokmalar halinde ısırarak yedim.
Kraliçe sözlerine devam etti.
"Majesteleri, senin için çok endişelendi. Hizmetlilerine, yemeğe zehir katan haini bulmaları için emir verdi. Endişelenme, araştırıyorlar. Elbet bunu yapan bulunacaktır. Nasıl böyle bir şeye cesaret edebilirler?" Sesinden endişeli olduğunu anlamıştım.
Elimdeki fincanı yavaşça bırakıp
"Ne kadar doğrudur fikrim bilmiyorum lakin, ben bunun majestelerini öldürmek niyetiyle yapıldığını düşünmüyorum. Yemeğin önceden tadılacağını herkes bilir. Bu, binevi göz korkutmak amaçlı olabilir." diye yanıtladım.
"Haklı olabilirsin, cariye Shin." Ana kraliçe çayından bir yudum daha içtikten sonra sözlerine devam etti.
"Binbaşı Shin'in kızı olduğunu duydum."
Bu gergin ortamda iki kraliçede içten bir şekilde benimle sohbet etse de benim için dayanılması güçtü. Ana kraliçe en son konuşmak istediği konuyu açmıştı.
"Seni baş yardımcım olarak istiyorum. Biliyorum, bir nedime değilsin ama bunu istiyorum."
Başım eğik bir şekilde "Emriniz olur." diye yanıtladım.
Ana kraliçenin yardımcısı olmak fikri o kadar kötü değildi. Kralı daha yakından takip edebilirdim.
***
Bütün gün zehrin etkisinden dolayı midem rahatsızdı. Henüz tam iyileşememiştim. Sarayın avlusunda dolanırken Hye Mi'ye denk gelmiştim. Biraz oturup sohbet etsek de midemin şiddetli bulantısı yüzünden dayanamıyordum. Havanın bunaltıcı olması da bir etkendi.
"İyi görünmüyorsun, hekime gidip ilaç almalıyız."
Dağın zirvesinden kopardığım bu otun bu kadar etkileyebileceğini düşünmemiştim. Hekim kitabına göre etkilerinin sona ermiş olması lazımdı. Bünyemin zayıf olduğundan kaynaklanıyor olabilirdi.
"Sorun değil." desem de defalarca elimi ağzıma götürüp kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Daha fazla kendime engel olamayarak kusabileceğim bir yer bulmak amacıyla koşmuştum.
Bu arada farkında olmadan Kral Lee Hyun Joon ile çarpışmıştım. Adamlarından biri "Bu ne cüret!" diye bağırsa da, kral elini -sorun yok- anlamında kaldırdı.
"Ben çok özür dilerim ama gitmem gerek."
Sağ elimle ağzımı kapatmaya çalışırken kral sağ kolumdan tutup kendisine doğru çevirmişti. O an göz göze geldiğimiz andı. Bu bir saygısızlıktı, hemen gözlerimi devirdim.
"Lütfen gitmeme izin verin, majesteleri. Yoksa..."
"Yoksa ne?"
Daha fazla dayanamayacaktım. Ani bir hareketle Kralı itip sağ tarafımda boş bulunan araziye kusmuştum. Kral ve adamları şaşkınlıkla bu iğrenç görüntüyü izliyordu. Koskoca Joseon kralının gözleri önünde kusmak, her cariyeye nasip olmazdı tabi!
![](https://img.wattpad.com/cover/71030857-288-k664476.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Joseon: İntikam
Historical Fiction1600'lü yıllarda Joseon Kralı Lee Dong Joon hastalığı nedeniyle vefat eder. Oğlu, veliaht prens henüz 13 yaşındadır. Ölen kralın kardeşi, Büyük Prens Lee Dae Joon, onun tecrübesizliğinden yararlanarak tahta geçer. Buna rağmen veliaht prens ve yandaş...