Bir şey söyleyeyim mi? Açıkçası böyle bir şeyi, bu kadar çabuk elde edeceğimi düşünmemiştim. Hatta böyle bir şey çok zor olduğundan son birkaç gündür de, daha farklı neyi nasıl yapabilirim diye düşünmekten uyuyamamıştım.
Kral Lee Hyun Joon şaşkınlıkla "Böyle bir şeyi nasıl..." dedi ve duraksadı. "Kraliçem duyduğunda nasıl üzülecek, haberiniz var mı?"
Ana kraliçe oldukça ciddi bir tavırla "O yüzden mi beş yıldır hanımın olmasına rağmen bir veliaht veremedi?" diye sordu. Sarayda dönen dedikodulardan, Kral ile Kraliçenin çok nadiren birlikte olduklarını duymuştum. Kraliçenin Kral'ın lütfuna layık bulunamaması bütün sarayda çalkalansa da, Kral Hyun Joon bu zamana kadar saygısını korumuş ve herhangi bir cariyeye ilgi duymamıştı.
"Shin Yoora'ya iyi bak. Sen onu hanımın olarak görmesen de, ben onu şimdiden gelinim olarak görüyorum. İleride onu seveceğine de eminim."
"Saraya gireli bir buçuk ay olmuş bir cariyeden nasıl bu kadar emin olabilirsin?" Kral'ın sesindeki öfke kaybolmuş, yerini şaşkınlık ve endişeye bırakmıştı.
"Bilirsin ki, Tanrı bizden bir şey istediği zaman bunu rüyamızda gösterir. Ben Shin Yoora'yla ilgili bir rüya gördüm ve Baş Şaman'a bunu yorumlattım. Tanrı, sizin evlenmenizi layık gördü."
"Ana kraliçe, nasıl bir şamana danışabilirsiniz? Bu duyulursa sarayın otoritesi bakımından hiç hoş olmaz." Bana gözlerini çevirdi, bakışlarından "Bunu birine söylersen, ölürsün!" dediğini anlamıştım.
Ana kraliçeye baktığımda gözlerindeki umut ışığını görebiliyordum. Sen gerçekten bir şamanın sözlerine kanmamalıydın, yenge. Karşısında yere diz çöktükten sonra başımı eğdim.
"Majesteleri, Kralımız haklı. Bir şamanın sözleriyle hareket etmemelisiniz. Emrinize karşı çıkamam biliyorsunuz lakin hizmetinizdeki bu aciz kişi, sizden tekrar düşünmenizi talep ediyor."
Ana kraliçe, oturduğu yerden kalkmadan sürtünerek yanıma yaklaştı. Bir şey söylemeden saçlarımı okşamaya başladığında kendime engel olamadım ve gözlerimden bir damla yaş döküldü.
"Neden ağlıyorsun?"
"Yok, yok. Ağlamıyorum. Af edersiniz." diyerek gözyaşlarımı sildim.
"Ağladığını görebiliyorum." Ana Kraliçe, eliyle yanağıma dokunup gülümsemişti. O an, ağlamamın sebebi, uzun zamandır bir anne şefkati göremeyişimdi. Ana kraliçe, sanki kızıymışım gibi içten bir şekilde başımı okşamıştı. Üstelik oğlunun ve kocasının katili olacağımı bilmeden. Ağlayışımın sebebini de anlamış gibi bakıyordu bana şu an.
Daha fazla bana böyle şefkatli davranmasına izin veremezdim. İzin isteyip, diz çöktüğüm yerden kalktım. Tam gidecekken "Shin Yoora!" diye seslendi Kral Lee Hyun Joon.
"Ana kraliçemin söylediklerine itibar etme, senin özel cariyem olmana asla izin vermeyeceğim."
Daha fazla bir şey söylemeden odadan çıksam da, içim rahat değildi. Kral, saraya girdiğim ilk zamanlarda bana karşı oldukça iyi görünmesine rağmen şu an o halinden eser yoktu. Asla demişti. Cariyesi olamayacak kadar çirkin miydim? Hayır, olamaz. Saraya girmeden önce bir sürü soylu aileden benim için manevi babam Binbaşı Shin'e evlenme teklifi geliyordu. Peki ama neden asla?
***
Bu gece de, olanları düşünmekten uyuyamamıştım. Binbaşı Shin'e hiçbir şey anlatmadım, iyiki de anlatmamışım. Ana kraliçe, bana hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hatta eskisinden bile mesafeliydi. Bu durum beni düşündürse de, en sonunda Kral Lee Hyun Joon'un aşırı olumsuz tepkisi yüzünden vazgeçtiğini düşündüm. Bu kadar hızlı gelişmesi beni de şaşırtmıştı zaten. Haydi en baştan alalım, yeniden!
Sarayın bahçesinde dolanırken içinde bulunduğum durumdan oldukça huzursuz olduğumu fark ettim. Halbuki daha farklı hissetmeliydim, hırslı gibi. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım ve derin bir nefes aldım. Sarayın bahçesine göz gezdirdiğimde bazı eski anılar canlanmıştı kafamda. Küçükken yaşadığım bazı güzel zamanlar işte... Babamın beni kucağına alıp öptüğü zamanlar... Ağabeyim ile bahçede koşuşturduğum zamanlar... Annemin ikimizin de hasta olacağından endişelenip söylenmesi... Gözlerimden dökülen yaşlara, artık engel dahi olmak istemiyordum.
"Seni kabul etmediğim için gözyaşların sel olmuş. Durmak bilmiyor sanırım." Kendimi eski anılara nasıl kaptırdıysam Kral Hyun Joon'un geldiğini fark etmemiştim bile.
Başım eğik selamladıktan sonra izin isteyip tam gidecekken "Dur!" diye emretti, olduğum yerde kaskatı kesildim. Benim bu adama, ana kraliçenin yanından sonra ikinci defa gözyaşlarımı gösterişimdi. Bu berbat hissettiriyordu.
"Seninle ilgisi yok."
"Anlamadım?"
"Geçen gün gerçekleşen tepkimden bahsediyorum."
Oldukça soğuk ve ciddi bir tavırla "Anlıyorum, endişelenmeyin. Majestelerinin lütfuna layık olmak herkesin hayali olsa da, gönlü bende olmayan bir adamı Kral dahi olsa yanımda bende istemem." diye yanıtladım. Aslında şu an yaptığımın biraz saygısızca olduğu gerçeğini fark edebilmiştim. Bazen karşımdakinin Joseon halkı kralı olduğunu unutuyordum. Daha doğrusunu onu hiçbir zaman Krallığa layık görememiştim.
"Af edersiniz, bağışlayın." diyerek başımı eğdim.
"Açık sözlüsün. Bu hoşuma gitti."
"Ne?" Ağzıma vurdum, bu da normal halk dilinde söylendiği gibi çıkmıştı ağzımdan. Kral Lee Hyun Joon, bedenini bana iyice yaklaştırdı ve nefesi yüzüme değiyordu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, bu da neydi böyle?
Bu anı bozan Kral Lee Hyun Joon'un karısı Kraliçe Yeun Ja'nın "Majesteleri." demesi olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Joseon: İntikam
Historical Fiction1600'lü yıllarda Joseon Kralı Lee Dong Joon hastalığı nedeniyle vefat eder. Oğlu, veliaht prens henüz 13 yaşındadır. Ölen kralın kardeşi, Büyük Prens Lee Dae Joon, onun tecrübesizliğinden yararlanarak tahta geçer. Buna rağmen veliaht prens ve yandaş...