Ana kraliçenin hizmetlisi olduğum günden bu yana bir ay geçmişti. Kral Lee Hyun Joon ile eskisinden daha çok karşılaşsak da yüzüme bile bakmıyordu. Onun gözleri önünde sarayın bahçesine kustuğum zaman aklıma geldiğinde yüzüm istemsizce buruşuyordu. Büyük ihtimal beni her gördüğünde aklına o an geliyor ve iğreniyordu.
Halkın merak ettiği, rüyalarını süsleyen Joseon sarayında oldukça sıkıcı günler geçiriyordum. Ana kraliçenin yanında olduğum için de sürekli rahatsız hissediyordum zaten. Çayından giyimine kadar her şeyi bana soruyordu. Baş nedimesi bile bu durumdan rahatsız olmuş olacak ki, beni köşeye sıkıştırdı bir gün. Tehdit mi etti desem azarladı mı desem öyle garip bir konuştu işte.
Havaların iyice ısınmaya başladığı günlerden birinde Ana kraliçe bahçesinde gezerken özenle büyüttüğü çiçeklerini suluyordu. Baş nedimeye dönüp, onun ve hizmetindekilerin biraz geride beklemesini söyledi. Ben hariç.
Elimde olmadan korkmaya ve endişelenmeye başlamıştım. Neden ben hariçti? Bir şey mi söyleyecekti? Ne söyleyebilirdi ki? Bana bakmadan konuşmaya başladı.
"Shin Yoora... Sana karşı neden bu kadar iyi olduğumu merak ediyor musun?" Başımı saygıyla eğdim.
"Bana eskiden tanıdığım küçük bir kız çocuğunu anımsatıyorsun." Bana dönüp baktığında gülümsediğini görmüştüm. Aradan yıllar geçmişti, beni tanımış olamazdı değil mi?
"O kız çocuğunun öldüğünü biliyorum. Ama elimde değil, ona biraz da olsa benzediğin için kendime engel olamıyorum. Çünkü elimde olmadan o kız çocuğuna mahcup oldum. Ailesini mahvettim."
Gözlerim dolmuştu ve bir damla yaş dökmemek için kendimi zor tutuyordum. Lee Dae Joon'un karısı olduğun için çok şanssızsın, üzgünüm yenge. Oğlun Kral Lee Hyun Joon'u eğer ömrün izin verirse gözlerin önünde yerle bir edeceğim.
"Lütfen bana karşı iyi olmanızın nedeni bu olmasın, ben mahcup olduğunuz o kız çocuğu değilim. Ben, hizmetinizde bulunan basit bir cariyeyim sadece."
Şu an karşında elindeki her şeyini, özellikle de en değerlisi olan ailesini aldığınız için yıllarca intikam ateşiyle yanan Shin Yoora var. O sevimli, masum, mutlu, her şeye sahip Lee Min Young değil. Yerinde olsam şu an sahip olduğum her şeye sımsıkıca tutunurdum, yenge.
***
Güneşin tam tepe noktasından, dağların üzerine doğru indiği vakitte Ana kraliçenin kocasını ziyaret etme vakti gelmişti. Bizim içeri girmemize izin vermez, kendisi parmağını bile oynatamayacak derecede hareketsiz şeytan kocasıyla uzun bir süre konuşurdu. Her gün değil elbet, haftada bir gerçekleşirdi bu. Açıkçası ana kraliçenin ne konuştuğunu merak ediyordum.
Tanrı sesimi duymuş olmalı ki, kısa bir süre sonra "Cariye Shin Yoora, içeri gir." diye seslendi. Herkesin bakışları şaşkınlıkla üzerime çevrilmişti. Ana kraliçe, kocasıyla konuşurken oğlu dışında kimseyi yanına almazdı. Şimdi oğlu yani Kral yoktu ve beni yanına çağırmıştı.
İçeri girdiğimde fazla yaklaşmadan kapının yakınında durmuştum. Ana kraliçenin "Yaklaş!" diye emretmesiyle yavaş ve kısa adımlarla biraz daha yaklaştım. Lee Dae Joon koltuğuna yaslandırılmış, hareketsiz bir vaziyette oturuyordu. Bir heykelden farkı yoktu. Ana kraliçe yüzünde bir tebessümle konuşmaya başladı.
"Onun çehresi andırsa da, bazı hareketleri benzese de biliyorum, o senin yeğenin değil. Ama ben, ona karşı iyi olmaktan kendime engel olamıyorum. Belki de cennetteki yeğenin onu bizim için göndermiştir."
Bu neydi böyle? Cennetteki yeğenin? Amcam beni kendi elleriyle öldürmek istemişti ve bu da neydi?
"Shin Yoora, selamla ve yanıma otur."
Şu an bunu gerçekten yapmak istemiyordum lakin yapmak zorundaydım. Bedenim titrerken, içimden cennetteki ailemden bu durum için özür diliyordum. Benim için oldukça güç olan bu selamlamadan sonra Ana kraliçe konuşmaya devam etti.
"İşte Binbaşı Shin'in kızı Yoora. Oldukça zarif ve güzel bir kız değil mi?"
Bana dönüp "Başını kaldır ve onunla konuş, Yoora." dedi. Sadece ismimle hitap etmişti, soyadımı söylememişti. Bu samimiyet de neydi böyle?
"Merhaba, majesteleri. Açıkçası bulunduğum durum yüzünden biraz tedirgin oldum ve ne konuşmam gerektiğini bilemedim. Bunun için çok üzgünüm."
Ana kraliçe, ben konuşurken elimi tutmuştu. Bu durum beni şaşkına çevirse de, rahatlamam için olduğunu düşündüm.
"Konuşurken bile sana yeğenini hatırlatmıyor mu? Ben mi biraz fazla abartıyorum acaba? Ne düşünüyorsun?"
Lee Dae Joon gözlerini uzun süre kapatıp açtı. Ana kraliçe istemsizce gülümsemişti.
"Haklı olduğumu düşünüyor. Bir kere gözlerini uzun süre kapatıp açtığında bu haklısın, evet, tamam anlamlarına geliyor. Olumlu yani."
Daha ne kadar ailemin katilinin karşısında bu kadar bekleyebilirdim? Gitmek için izin istediğimde Kral Lee Hyun Joon içeri girmişti. Şaşkınlıkla bulunduğumuz duruma bakarken "Ben artık gitmeliyim sanırım." diyerek oturduğum yerden yavaşça kalktım.
Kral Lee Hyun Joon'u eğilip selamladıktan sonra kapıya yöneldim. Kolumdan oldukça sert bir şekilde tutup beni kendine çevirdi. Gözlerini, gözlerimle sabitlemek istese de gözlerimi ondan kaçırdım.
"Senin burada ne işin var?!" diye bağırmasıyla zannettim ki, kalbim yerinden çıkacak. Neden olduğunu anlayamasam da oldukça sinirli, soğuk ve gaddar görünüyordu. Ana kraliçe gecikmeden söze girdi.
"Ben onu burada istedim, ona iyi davransan daha uygun olur. Çünkü bir süre sonra aynı yatağa gireceksiniz."
Duyduklarım karşısında Kral Lee Hyun Joon, sımsıkı tuttuğu kolumu bırakmış, benim ise nutkum tutulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Joseon: İntikam
Historical Fiction1600'lü yıllarda Joseon Kralı Lee Dong Joon hastalığı nedeniyle vefat eder. Oğlu, veliaht prens henüz 13 yaşındadır. Ölen kralın kardeşi, Büyük Prens Lee Dae Joon, onun tecrübesizliğinden yararlanarak tahta geçer. Buna rağmen veliaht prens ve yandaş...