Saraydan ayrılalı iki gün olmuştu. Saraya geri dönmek için bir yol bulamamıştım. Binbaşı Shin bu durumdan oldukça memnun görünüyordu. Zaten en başından beri oraya gitmemi istememişti.
Tae Soon ağabeyim ile beraber şehre inmiştik.
"Sabahtan beri boşuna dolanıyoruz, Yoora?"
"Aslında düşünmemek için şehre inmek istemiştim. Ama hiçbir şey dikkatimi çekmiyor. Kelebek işlemeli hanboklar bile..."
"Yoora. Ailen için üzüldüğünü biliyorum. Lakin onlar gitti. Senin hayatını yaşaman gerekmez mi?"
"Elimde değil."
Tae Soon ağabeyimi ne kadar seversem seveyim, o benim gerçek ağabeyim değildi. Benim gerçek ağabeyim, şu an Joseon Kralı olmayı hak eden Lee Kwan Joon idi.
"Bu gece tapınakta kalmak istiyorum. Yarın gün batmadan eve dönerim."
Belki de Tanrıya dua etmek beni biraz olsa rahatlatabilirdi.
***
Bütün geceyi tapınakta geçirdikten sonra şehrin merkezine geçmiştim. Dolaşırken biraz ileride köle bir anne ve kız çocuğunun dövüldüğünü görmüştüm. Aklıma o kötü zamanlar geldi. Annem de beni korumak için bu kadın gibi bana siper olmuştu.
"Neler oluyor burada?" İstemsiz bir şekilde sesim titremişti.
"Siz karışmayın soylu hanımefendim." Ne kadar saçmaydı, değil mi? Bir zamanlar ülkenin kraliçesiydim, bir ara vatan haini oldum, şimdi ise soylu bir hanımefendiyim. En kötüsü de bana hanımefendi diyen bu ağzın sahibi, az önce köle olduğu için bir kadını rahatlıkla tekmeleyebilmişti.
"Neden dövüyorsunuz onları?"
"Bize borçları var, lütfen karışmayın."
Gerçekten karışmamalıyım belki de.
"Lütfen kızıma vurmayın. Kızım! Se Jin! Kendine gel!"
"Lütfen kızıma vurmayın. Kızım! Min Young! Kendine gel!"
Ne garip değil mi? Sadece ismi farklıydı. Karışmadan gidecektim ama annesini, anneme benzetmiştim. Döndüğümde yerde yatan baygın kız çocuğunu uyandırmaya çalışan çaresiz bir anneyi gördüm. Gözlerimden bir yaş damla süzüldü.
Hemen başlarına çömelip kızı kucakladım ve annesine dönerek "Benimle gel." dedim. Gidecekken adamlardan biri beni durdurdu.
"Ne yapıyorsunuz?"
Sinirli bir şekilde dişlerimin arasından konuştum.
"Ne yaptığımı göremiyor musun? Kız baygın, belki de ölecek. Yolumu aç. Yoksa sonuçlarına katlanırsın."
"Hanımefendi..."
"Ben... Binbaşı Shin'in kızıyım. Babam, Kralın en yakın ahbaplarından. Bir daha düşün istersen?"
Başını eğdi ve geçmeme izin verdi. Annesi de boynu bükük ve telaşlı bir şekilde beni takip ediyordu. Kız çocuğunu, saraydan tanıdığım Yi Jung'un babasına götürdüm. Başta tereddüt etse de, küçük bir kız çocuğunun ölmesine onunda içi elvermemişti.
Yi Jung ile beraber bahçede otururken Se Jin'in annesini oldukça acı içinde kıvranırken görmüştüm. Yanına gittiğimde oldukça solgun görünüyordu. Hiçbir şey söylemeden kıyafetini biraz araladım ve baktığımda kanlar içinde olduğunu gördüm. Doğru ya, kapkalın sopalarla o kadar dayak yemişti. Belli etmemeye çalışsa da, onun da canı yanıyordu.
"Bugünlük bize bir oda verebilir misin, Yi Jung?"
Yi Jung, ne olduğunu anlamış görünüyordu. Başıyla onayladı. O da en az benim kadar üzgün ve endişeli görünüyordu. Se Jin'in annesini odalardan birine yatırdıktan sonra yaralarını güzelce temizleyip sardık. Onun uykuya dalmasıyla odadan dışarı çıkmıştım.
Yi Jung'un babası, bahçede beni bekliyor gibiydi. Yanına gittim ve saygıyla eğilerek selamladım.
"Çocuğun durumu iyi."
Yüzümde bir gülümseme belirmişti.
"Çok teşekkür ederim, efendim."
"Şimdilik kurtarsan bile, borçlarını ödemedikleri için rahat bırakmayacaklardır. Her zaman yanlarında olamazsın, Shin Yoora."
"Merak etmeyin, yarın ilk işim onların borcunu ödemek olacak."
Şaşkınlıkla "Bunu neden yapıyorsun?" diye sordu.
"Köle olarak doğmaları onların suçu değil ki. Sizin babanız da Kraliyet hekimiydi, bunu size doğarken sordular mı? Babanızın sınıfı ve statüsü ne olsun diye? Sorsalardı zaten hepimiz Kral ya da Kraliçe olmak isterdik. Öyle değil mi?"
Başhekim Min, başıyla onaylarak gülümsedi.
"Haklısın, Shin Yoora. Binbaşı Shin, senin gibi bir kızı olduğu için çok şanslı."
"Ben de onun gibi bir babaya sahip olduğum için. Beni o yetiştirdi." diyerek tebessüm ettim.
"Bu gece burada kal. Babana birisi aracılığıyla haber göndereceğim."
Başımla onayladıktan sonra Se Jin'in annesinin bulunduğu odaya geçtim. Sürekli terlediği için ıslak bezle başında bekledim.
***
Ertesi gün sabah olduğunda Min Jung'un annesi yatağında yoktu. Endişeyle bahçeye çıktığımda kapının önünde oturduğunu gördüm.
"Se Jin'in annesi! İyi misin?"
Beni gördüğünde gözleri dolu bir şekilde "Oldukça iyiyim, sayenizde." diye yanıtladı.
"Se Jin, hala Yi Jung'un odasında mı?"
Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. O sırada Se Jin'in Yi Jung'un elinden tutarak geldiğini gördüm.
"Se Jin? İyi görünüyorsun?" diyerek çömeldim. Se Jin gülümseyerek başıyla onayladı. İşte o an, sanki dünyaları bana verseler bu kadar mutlu olamazdım.
Se Jin'in annesi biraz mahcubiyet, biraz minnettarlıkla "Size gerçekten çok teşekkür ederim." diyebildi.
"Ne olursa olsun, borcunuz varmış. Sizi böyle rahat bırakmazlar. Endişelenmeyin, ben ödeyeceğim."
"Sanırım buna gerek kalmadı, Cariye Shin Yoora."
Kapıdan tarafa baktığımda Kral Lee Hyun Joon'u görmüştüm. Saray kıyafeti yerine üzerinde normal bir soylu kıyafeti vardı. Burada ne işi olabilirdi ki?
"Ben ödedim." Endişeyle çatılan kaşlarım birden şaşkınlıkla kalkmıştı. Nasıl, neden ve NE?
![](https://img.wattpad.com/cover/71030857-288-k664476.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Joseon: İntikam
Fiksi Sejarah1600'lü yıllarda Joseon Kralı Lee Dong Joon hastalığı nedeniyle vefat eder. Oğlu, veliaht prens henüz 13 yaşındadır. Ölen kralın kardeşi, Büyük Prens Lee Dae Joon, onun tecrübesizliğinden yararlanarak tahta geçer. Buna rağmen veliaht prens ve yandaş...