Gerinerek gözlerimi kırpıştırdım. Öten horoz sesi ile gözlerimi açtım. Derin bir soluk verdim. Tavana kısa süreliğine bakıp yataktan çıktım. Üstümü değişip yatağımı topladım. Odadan çıkıp etrafa bakındım. Elimi yüzümü yıkayacaktım ama çeşme, lavabo nerede bilmiyordum. İlk katta mutfak, küçük bir salon, kiler ve bahçeye çıkan bir kapı vardı. Bir üst katta yatak odası, misafir odası... Ve lavabo. Kapıyı tık tıkladım. Daha sonra içeri girdim. Elimi yüzümü yıkayıp havlu ile duruladım. Aynadan kendime baktım. Kendime söyleyecek bir şeyi yoktu bugün, şimdilik.
Lavabodan çıktım. Odalar direkt olarak bir balkona açılıyordu. Balkonun demirliklerine yaslanıp etrafa baktım. Buradan her yere görünüyordu. Açısal olarak görüntü çok güzeldi. Odama koşup telefonumu aldım. En azından anı olarak kalmalı diye düşünerek fotoğrafını çektim. Cebime koyup merdivenlere yöneldim. Aşağı inip mutfağa yöneldim. İçeri de Dildar babaanne vardı.
"Günaydın." Diyerek samimi bir şekilde gülümsedim. O da o neşeli hali ile dönüp bana baktı ve gülümsedi, "Günaydın Yekbun."
Yanına doğru adımladım ve çekinerek konuştum, "Yardım edebilir miyim?"
"Yorulma kızım ben hazırlıyorum."
"Olsun, bende yardım etmek isterim."
"Peki madem. Bak şuradaki tabağa zeytin çıkarır mısın?" başımla onaylayarak tabak ve çatalı elime alıp zeytin kattım. Birlikte sofra hazırlayıp bahçeye götürdük. Alp dede elinde ekmeklerle dışarıdan geldi.
"Heh, geldin mi kahveden?" diyerek elinden ekmekleri aldı.
"Geldim, geldim. Kahvaltıyı yapalım da bir bahçeye gideyim."
"bugün evde olsaydın?" beni ima ediyor olmalıydı. Benim yüzümden işleri aksasın istemezdim.
"Bugün gitmem gerek. Fidanları sulamalıyım." Diyerek ellerini havlu da kurulayıp çardağa oturdu. Hep birlikte oturup kahvaltı yapmaya başladık. Dildar babaanne bana heyecanla baktı.
"bugün senle evdeki işleri halleder. Büyük nineni görmeye gideriz. Sabah komşular geldi. seni tanımak istiyorlar. Sende istersen buyur edeyim mi eve?"
Alp dede hala bana sıcak bakmıyordu. Hiçbir tepki veya konuşmada bulunmadı. Bende Dildar babaanneyi kırmamak için başımla gülümseyerek onayladım. Tekrardan kahvaltı yapmaya döndük. Alp dede üstünü silkeleyip çardaktan kalktı. Ellerini yıkayıp bize döndü.
"Ben bahçeye gidiyorum. Hadi size kolay gelsin." Diyerek bahçede çıktı.
"E hadi bakalım. Doydun mu Yekbun?"
"Doydum, doydum. Kaldıralım." Diyerek ona yardım ettim. Birlikte toparlayıp kaldırdık. Bana bahçeye süpürmem için bir uzun saplı bir çalı süpürgesi verdi. İlk nasıl yapacağımı bilemedim. Bana nasıl yapılacağını gösterdi.
Kendi etrafımda döndüğümde bunun ne kadar eğlenceli olduğunu fark ettim. Başımı yavaşça göğe kaldırdım. Yeşil yapraklara yansıyan güneş ışığı, yaprakların damarlarını gösteriyordu. Ve çok güzel gözüküyordu.
Hafifçe esen rüzgar aldı götürdü saçlarımı geri. Ne gözlerimi o yaprakların görüntüsünden alabiliyordum, ne de rüzgarın verdiği o farklı, farklı histen. Yumuşacık değiyor tenime, kimsenin dokunmadığı gibi dokunuyor. Etrafımı sarıyor. Vücudumu kaplıyor. Verdiği hissi çözemiyordum. Lügatim yetmiyordu.
Kulaklarıma doluyordu bir uğultu. Küçük kuzu melemeleri vardı. Yoldan geçiyorlardı. Farklıydı. Mekan belli, zaman farklıydı. Bir masaldı burası. Peki masallarda ne olurdu? Harika. Onu bile bilmiyorum. Bu da benim suçum değil. Bana masal anlatacak kimsem yoktu sadece. O evden uzaklaşınca mental sağlığımın biraz olsun, ucundan kıyısından toparlanmaya başladığını fark etmiyor değilim. Keşke yaz sonsuz olsaydı. O eve hiç dönmeseydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
General FictionDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...