"Çağın..." fısıltı gibi çıkan bu isim, gözlerimi daha da yaşartmıştı.
O, oydu. İşte, işte buradaydı! Heyecanım yerinden fışkırmıştı. Kalbim kanımı öylebir pompalıyordu ki sanki şimdi damarlarım kopacaktı. Şimdi parçalanacaktımsanki. Öyle sert çarpıyordu ki göğsüme kalbim, ritmi bozukluk veriyordu. Sanki uzun bir koşuya ara vermişim gibi nefeslerim hızlandı. Köreldi sandığım o sevgi, aşk denilen şey kendini belli etmişti. Titreyen bacaklarım ile adım adım yürüdüm ona. O da bana doğru yürüdü.
Elimdeki kamerayı bıraktım. Boynuma asılı olan ipi ile sallandı. Birbirimize yaklaştığımızda yüzlerimiz netleşmişti. Büyümüştü. Gelişmişti. Eskisi gibi değildi ama oydu. Çağın. O gözleri, dudakları, saçları, ruhu, kalbi ile tam karşımdaydı.
"Yekbun..." dudakları arasından dökülen ismim kalbimi tekletti. Sanki güneş bile batmamak için yalvarıyor, bizi izliyordu her şey.
İkimizde sessiz kalmıştık. Sadece gözlerim gözlerindeydi. Gözleri gözlerimdeydi. Olan tek şey buydu. Özlediğimiz tek şey de bu olmalıydı.
Evrenin gücünü merak eder misiniz? Onu neyin çözeceğini bilir misiniz? Hatta belki de aramızdan birileri çözmüştür evrenin dilini.
Bize anlatmak istediği tonlarca şeyi bize yaşatarak öğretir. Onun konuşma şekli budur. Peki hangimiz onu anlıyoruz? Hangimiz dinliyor, öğreniyor ve onu tanıyoruz? Belki de çoğumuz evrenin konuştuğunun farkında bile değil.
Yaşam pek çok şeyi fark etmemiz üzerine kurulmuş bir seridir. Bizden sonsuz tane vardır. Sonsuz sayıda hayat yaşıyoruz aynı zaman dilinde. Evrenin bize yine demek istediği o tek şeyi tonlarca dilde anlattığı yaşamlar vardır. Çok başka bir evrende sonsuz biz vardık. Çağın ile belki de...
Felsefeciler hep değer biçilmez gibi gözükür. Aslında hiç öyle olmamıştır. Onlar evrenin dilini bize tercüman eden kişilerdir. Bir yerden sonra insanlar onu birer deli veya aptal olarakgörürler. İşte asıl o insanlar birer düşünür olmak ne demek, hatta düşünmek ne demek hiç bilmemişlerdir bile. Onlar akıl yürütmeyi bilir. Akıl ise bir yere kadar yürür.
Sönen umutlarında bize yanabileceğini gösteren yine evren olmuştu işte. Belki de şu an'a kadar ikimizde umutlarımızın üzerine sönmesi için birer su atmıştık. Evren ise fizik kurallarını ezip sönen ateşi tekrar alevlendirmişti. Evren o kuralları yerlebir edecek kadar güçlüydü.
Hayat fizik ve matematikten oluşur kimi robot insanlar için. Oysa öyle değildir. Bilimi de oluşturan evrendir ve evrenin dili kelimelerden ibarettir. Sayıların sınırı vardır ama kelimelerin gücü serbesttir. Mistik ve gizemlidir. Bilim net ve kesinlik ister. Oysa evren o büyük boşluğunda belirsizlikler içerisinde boğulan görünmez bir mucizedir.
İşte biz o görünmez mucizenin sahibiydik. Ruhumuzun en derinlerinde taşıdığımız bu mucize şimdi kendini belli ediyordu.
"Nasılsın?" dedim gülümseyerek. Aramızdaki bu yoğun çekimi bozmuştum.
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı,"İyiyim. Sen nasılsın?" dedi yüzüne samimi ve derinden bir gülümseme yerleştirerek.
"İyiyim. Uzun zaman oldu görüşmeyeli."
"Evet, öyle oldu."
"Sanırım hiç köye gelmedin."
"Sık gelmedim. Sanırım ondan karşılaşmadık. Oysa ben İstanbul'da bile karşılaşabileceğimizi umuyordum."
"Evet, bende ama pek beklediğimiz gibi gitmedi sanırım." Ve yine birsessizlik çöktü.
Sesini bile özlediğimi fark ettim. beş sene... geçen beş senenin anlamı ne kadar da büyüktü öyle?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
Fiksi UmumDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...