"Buzdolabında erik suyu var. Kek yapmıştık ondan ikram edersin. Bir şey olursa bizi ara."
"Tamam babaannecim, tamam. Sen merak etme."
"Sıkma bu kadar kızı Dildar. Yekbun'un arkadaşları ile vakit geçirmesine izin ver biraz. Şimdi gidelim hadi."
"Tamam, tamam. Hadi görüşürüz o zaman kızım." Diyerek öptü beni. Gülümseyerek bende onu öptüm. Nasıl oldu izin verdi diyorsunuz değil mi? Sizin gördüğünüz o izin alma süreci aslına baya uzun ve çekişmeliydi ama babaannem beni kırmadı.
Bahçeden traktör ile çıkarak yolda küçülmeye başladılar. Giderek gözden kayboluyorlardı. Bahçe sürgüsünü çektim. Koşarak kulübeye yaklaştım. Kapısını kapattım. Hamağa yönelip uzandım. Birazdan gelirlerdi herhalde.
Sabahtan beri işleniyorduk. Patlıcan toplamıştık yine. Erikleri kova kova kaldırmıştım. Yeşillik yapmıştık. Sonunda bitmişti. Yapılması gereken bazı işleri yarına bırakmışlardı.
Erken geldiğimiz için uykum vardı. Dün gece babamla olan konuşmamızdan sonra zor uyumuştum. Hamağa yatar yatmaz mayışmaya başladım. o rahatlık hissi beni omuzlarımdan tutup çekmişti sanki.
Hamak yavaşça sallanırken gözlerim ile başımdaki mandalina ağacının yapraklarını seyrediyordum. Yavaş yavaş uyku beni kendine çekiyordu. Uyumamak için direnmek anlamsızdı.
"sadece iki dakika..." evet, sadece iki dakika gözlerimi kapayacağım. İki...
"Yekbun. Yekbun kalk." Gelen sesler ile gözlerimi açtım. Başımda Çağın vardı. kaç tane iki dakika geçti?!
"Çağın. Geldiniz mi? Oo, uyumuşum."
"Sadece ben geldim. Diğerkinler arkadan yetişecek."
"Saat kaç? Ne zaman geldin? İki dakika gözlerimi kapatayım demiştim."
"Saat bir." Tam bir saattir uyuyor muydum?
"Fazla iki dakika geçmiş o zaman." Diyerek güldüm. Kalkmak istediğim ayaklarım uyuştuğu için ve yeni kalkmış olmamın sersemliği ile dengem bozuldu. Karşımda duran Çağın iki kolumdan tuttu. Tutması ile sanki vücudum elektriklendi.
Bakışlarımı ona kaldırdığımda aslında şuan yüzlerimizin neden bu kadar yakın ve gözlerimizin neden bu kadar derin olduğunu sorguluyordum. Sanki o gözlere bakınca içinde kayboluyor- oooo, bir dakika. Bir dakika, ne! Ne diyorum ben?!
Hızla kollarımı ondan çekmem ile rahatsız olduğumu düşünüp geri çekildi. Bende verdiğim tepkiden dolayı yanlış anlaşıldığım için kendime kızmaya başladım.
"Özür dilerim. Ben düşüyorsun diye tutmak istedim."
"Yo, yo ben özür dilerim. Seni öyle itmek istemedim. Yanlış anladın, senden rahatsız olmuyorum. Bir an olarak refleksimdi. Kolumda uyuşmuştu sanırım. Karıncalanınca öyle çektim ben bir an."
"Anladım."
"Tamam." İkimizde hızlı hızlı konuşmuş ve bir anda bu konuşmayı kesmiştik.
O yere baktı ve ellerini cebine koydu. Bende yukarı doğru bakıp ellerimle oynadım. Kahretsin, Allah'ım ne oluyor?!
"Erik suyu ister misin? Bizimkiler gelene kadar iyi gelir."
"Olur içerim." Diyerek o piknik masasına yönelirken bende hızla kulübeye yöneldim. İçeri kendimi attım resmen. Tamam acilen kalbimin sakinleşmesi gerekiyordu. Kendine gel kalbim. Beni duyuyor musun? Saçma salak bir şekilde hızlı atıp, bütün heyecan hormonlarını aktifleştirip, kanımı yanaklarıma hücum etmeyi kes! Bu hiç iyi değil. Kesinlikle kızların suçu bu. Bana Çağın'dan bahsedip durdular. Sonuç bu. Bunlar gerçek değil. Saçma bir duyguya hayatına kaptırma!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
Ficción GeneralDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...