Odamdan gerinerek çıktım. saat dokuz olmuştu ve yapılması gereken çok iş vardı. lavaboya doğru hızla geçtim. İşlerimi halledip çıktığımda koltukta hala horul horul uyuyan Kerem'e baktım. Başımı iki yana salladım. Tekrar lavaboya gittim. Küçük ve temiz kaba biraz su doldurdum.
Biraz dediğim bütün kap bu arada. Kerem'i uyandırmak için suyu başından aşağı döktüm. Korku ile uykusundan sıçradı Kerem. Gülmemek için elimle ağzımı kapatıp geri çekildim. Kerem ıslak saçlarını hızla sağa sola salladı. Gözlerini ovuşturdu. Bu çocuk aynen çektiğim ki kadar yakışıklı görünüyordu. O hala ayılma derdindeyken telefonumu çıkarıp fotoğrafını çektim ve acayip güzel bir kadraj yakaladım. Fotoğraf o kadar iyi çıkmıştı ki bakakaldım. Islak hali ile ve arkasındaki manzaranın o bir arada bulunduğu tek kare... Ben acayip iyiyim bu işte.
Elimden alınan telefon ile şaşırdım. Başımı kaldırdığımda yüzü ve saçları ıslak bir halde tek kaşı kalkmış Kerem, bana bakıyordu. Durumu biraz şakaya vurabilmek için gülümsedim. "Günaydın." Dedim en tatlı gülümsemem ile.
Kerem telefonuma baktı. Kendi fotoğrafını görünce sırıttı. Biraz gergin bir sırıtıştı. Telefonu aldı ve koltuğa attı. Ben ne olduğunu anlayamadan kenarda, sehpa üzerinde duran bardağı hızla alıp suratıma fırlattı. Şok içerisinde kalakaldım. O ise benim saklamaya çalıştığım gülüşümün aksine katıla katıla gülüyordu. Gözlerimi sıkıca açıp kapadım. En sert bakışlarımı ona yolladım.
"Ödeştik." Dedi ellerini beline koyarak. Bende ellerimi belime koydum ama bakışlarımda zerre değişme olmadı.
"saat kaç oldu haberin var mı? Ben senin patronunum, kendine gel. Git hazırlan." Dedim emir veren sesimle.
İlk ciddiye almadı. Sonra gülümsemesi soldu ve lavaboya doğru gitti. O girer girmez ben güldüm. Ben bile ilk defa bu kadar uzun ciddi kalma numarası yapmıştım. Normalde hep sırıtık bir insandım.
Lavabonun kapısı tekrar açıldı ve Kerem bana pis pis baktı, "Aman şakacı seni." Dedi ve göz devirip kapısını kapattı. Bende göz devirdim ve telefonumu alıp odama geçtim. Kenarda duran rulo ile yüzümdeki ıslaklığı aldım, kıyafetlerimi değiştirdim. Fotoğraf makinemi ve telefonumu alarak aşağı indim.
Benim arkamdan Kerem geldi. Birlikte kahvaltıya oturduk. Lezzetli bir köy kahvaltısından sonra babaanneme yardım ettim. İşim biter bitmez Kerem ile iş için çıktık.
"Bugün dere kahveden işe başlayacağız. Saat dokuza kadar oradayız haberin olsun. Akşam çekimleri de yapmak istiyorum."
"Sen ne dersen o, patron."
"Aferin, aferin." Diyerek omzuna vurdum.
Dere kahveye vardığımızda Kerem ile portre resimlerden önce sanatsal ve doğa fotoğrafları çektim. Her anın, her şeyin fotoğrafını çekmek istiyordum. Belleğimde var olan her şeyi bu küçücük kameranın flaşına sığdırabilmek istiyordum lakin bu mümkün değildi. İşte bu yüzden işimin bu kısmı zordu. Resmin bütününde o hislerimi karşı tarafa bir şair, bir ressam gibi geçirebilmek. Yaşatabilmek. Orada var olma arzusunu arttırabilmek. Peki becerebilecek miydim?Yaradanın bize olan bu büyük lütfunü, tabiatı, gösterebilecek kadar başarılı olup olmadığımı sorguluyordum. Bu kamerayı elimde tutmak ile bitmiyordu ki iş. Bir düğmesine basmakla hallolmuyordu. O zaman herkes fotoğrafçı olurdu. Aynı herkesin bir şair, bir ressam olamadığı gibi herkes fotoğrafçı da olamıyordu.
Bu büyük gövdeli ağaçların birbirine dolandığı dalları dikkate aldım ilk. Uzun bir süre gözlemledim. Kerem'in beni izlediğini çok sonradan hissetmiştim. O da artık sessizliğini bozdu ve bakışlarımı kesmek için önüme geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
General FictionDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...