İnsanların da gecesi gündüzü vardır. Kimisi aydınlıkta kaybolur, kimisi karanlıkta yolunu bulur. Ruhunu serbest bırakmak ister kimi, kimisi ruhunu yakalamakla uğraşır. Birer parçadan oluşur insanlar. Toplum insanlardan oluşur. Ve yine bu büyük tabloyu tamamlayandır toplum.
Gökte kuş, denizde balık, çiçekte arı, dalda tırtıldır doğa. Oysa tabiat insanın gıdasıydı. Oysa tabiat bir bütündü. Resimdi, müzikti, toplumdu, insandı... birer lütuftu. Hiçbir canlı tabiat kadar mükemmel olamazdı.
Oysa hepimizin tek amacı değil mi doğa kadar eşsiz ve mükemmel olmak? Birer müzik, resim olmak değil mi tek çabamız? Herkesin ihtiyacı olmak değil mi? Sığınağı olmak, kalbi olmak, aşkı olmak... Doğa neydi? Parçalara ayrılmış bir bütün değil miydi? Niyetimiz bu değil mi? Ayrılmış parçalarımızı bulmak...
Neydik biz Allah aşkına? İnsan denilen bu kör olasıcına yaratığın dilekleri bitmez mi? Kesilmez mi sesi?
Hepimizin bir amacı vardı bu hayatta. Birer zincir gibi bağlıydık hepimiz. Bilmezdik ki kimin hayatlarına dokunduğumuzu. Bilmezdik kim olduğumuzu. Biz buyduk işte. Birer bilmece gibiydik. Bilmezlikte oluşuyorduk hepimiz.
Biz gökteki yıldızları çaldık, hayalleri çaldık, sırları çaldık, kalpleri çaldık, ruhları çaldık... biz birer hırsızdık. Ne yaptığımızı bilmeyen, yolumuzu kaybetmiş birer hırsızdık... düne birer adım atıyorduk. Öyle geç kalıyorduk hayata.
Esirdik biz birer. Müptelaydık birbirimize. Kalptan kalbe. Neyin ne olduğunu bilmiyorduk. Sarhoş birer deliydik.
Efsaneye göre bir öpücük tam anlamıyla iki aşığın ruhunu birleştirir. Çünkü tanrılar ruhunu insanın nefesinde gizlemiştir. Bu yüzdendir birbirlerini hissederek öpen iki insanın ruhu sonsuza dek ayrılmaz.
Ben Yekbun. Yekbun ne demek derseniz, bende bilmiyorum. Daha çözülmemiş bir sır, sarhoş deliyim bende. Bende birine müptelayım. Bende nefesimde saklı olan ruhumu, Çağın ile birleştirdim. Bu yüzdendir ruhlarımız hep birbirini çekiyordu.
İbrikte suyu taşıyarak gül çalısının yanına taşıdım. Yüzümde ister istemez oluşan bir gülümseme ile çiçeklerin dibine suyu dökmeye başladım. saçımı yukarıdan topuz tutturmuş ve önlerden biraz bırakmıştım. Üzerime kolsuz bir tişört, salaş bir eşofman ile bahçedeki çiçekleri suluyordum.
Batmak üzere olan güneş saçlarıma yansıyordu. Dedem ve babaannem daha bahçeden dönememişler ve bugünkü yemekleri ben yapmıştım. Bütün günü evde geçirmiştim.
İbriği yeni açacak olan güllerin dibini suladıktan sonra kenara koydum ve çömeldiğim yerden kalktım. Yeni açacak güllerin naif ve yumuşak yapraklarına dokundum.
Gül demek aşk demekti. Kesilen güllerin yerine daha güzel çiçekler geliyordu. İçime umut dolduran şey buydu. Her şeyin yeniden canlanması, yeniden gerçekleşmesi, yeniden biz demekti. Bu diyarların bir masalı vardı. Gerçek aşkın belki köprü altında, belki yıldızların altında seni beklediğinin bir gerçeği vardı. Burada aşk demek, kendi hikayeni yazmak demekti.
Ben güllere bakarken açılan bahçe kapısına dikkat kestim. Kapıdan içeri Çağın girdi. Kapıda ilk durup sadece beni izledi.
"Hoş geldin." Dedim hafif bir tebessüm ile. o da benim gibi gülümsedi ve gözlerini benden ayırıp yanımda duran ve güneş ile parlayan güllere baktı.
"Güller. Filizlenmişler." Dedi daha da büyüyen gülümsemesi ile. bende güllere baktım ve gülümsedim.
"Evet. Yeni aşkın tomurcukları." Tekrar ona dönüp baktım ve ikimizde göz göze geldik. Gözlerine gökten yıldızlar indi sanki. Ben zannederdim ki yıldızlar gökte olur. Meğersem benim gökyüzüm, onun gözlerinde saklıymış.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
General FictionDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...