Ayakkabılarımı giyip telefonumu cebime kattım. Babaannem çardakta benim için hırka örüyordu. Dedem elindeki bir kitabı gözlüğü ile okuyordu. İkisi de dönüp bana baktı.
Bugün tarladan döndükten sonra malları atıp terlediğim için hızla bir duş almıştım. Ardından Hira beni aramış, hazırlanıp Anılların bahçesine gelmemi istemişti. Orada toplanacağımızı anlatmıştı. Gerilim dolu saatler geçireceğimiz çok belliydi. İlk yerini bilmediğimi söyleyip bahane uydursam da ısrar edip onun yanında olmamı söyledi.
Çağın'ı bizim eve yolladığını birazdan geleceğini söylediğinde hızla hazırlanmıştım. Telefonumun şarjı %15 kalmıştı. Ne de olsa çok oynamam diye düşünerek cebime kattım.
"Nereye kızım?" dedi dedem gözlüğünü indirip.
"Dedecim, sizden iki saatliğine izin isteyebilir miyim? Hiralarla buluşacağız. Kendini biraz kötü hissediyormuş, morali bozuk. Lütfen, lütfen iki saatçik izin verin." Diyerek ellerimi önde birleştirdim ve izin yakarmaya başladım.
"E, iyi tamam git. Ama tek başına gidemezsin. Bende geleyim gideceğin yere kadar." Diyerek dedem, kalkacağı zaman bahçeden içeri Çağın girdi.
"İyi akşamlar Alp amca."
"İyi akşamlar oğlum, buyur."
"Ben Yekbun için gelmiştim. Onunla Hira'ya gideceğiz de." Bunu söylediğinde gülümsemem ile yavaşça başımı dedeme çevirdim.
Dedem olduğu yerden bir bana bir Çağın'a baktı. Dudakları kavisli bir şekilde kıvrıldı. Sinsice bana gülümsedi. Gözlerinin içine bakıp kaşlarımı iki kere kaldırdım.
Çok yanlış anlamıştı. İkimiz bakışarak konuşabiliyorduk. Bazen kelimelere gerek kalmıyordu. Aramızdaki bu iletişimi kimse anlamıyordu. Babaannem bile. Şuan ikimize bakıyor ve çözmeye çalışıyordu.
Dedem boğazını temizledi ve gülümseyerek Çağın'a baktı.
"Yekbun sana emanet oğlum. İstediğiniz kadar vakit geçirin. Çok geç kalmamak şartıyla."
Şaşkın gözlerle ona dönüp baktım. Bir elimi alnıma koydum. Ona dün sabahtan bahsetsem iyi olacaktı.
"Geç kalmam. Ne de olsa yarın pazar var." Diyerek ona gözlerimi belerttim. Babaannemi ve dedemi öptüm.
"Dikkat edin." Dedi babaannem son kez ve kapıyı kapattım. İkimizde sokak lambalarının altında, gecenin karanlığında yürümeye başladık.
Yıldızlar... bahçede veya şehirdeki balkondan gözüktüğünden daha güzeldi. Daha çok ve göz alıcı.
Onunla bahçelerin olduğu yabani tarafa doğru yürümeye başladık köyün iç kısımlarından uzaklaşıyorduk.
Yolda sadece ikimiz vardık. Ve ikimizde çok sessizdik. Konuşmuyorduk. Konuşulacak bir şey kalmamıştı. Benim aklımdaki tek soru Çağın'da Anıl gibi beni sadece keyfi mi öpmüştü? Hisleri yok muydu? O da öyle miydi?
Bu düşünce beni deli ediyordu. Sorsam belki yalan söylerdi. Şüphem yoktu ama aklımda oluşan bir soruydu bu. Cevabı da yoktu.
"Yarında pazara geliyorsun demek." Diyerek bütün sessizliği bozdu Çağın.
"Evet. Sende geliyorsundur."
"Evet. Babaannen nasıl? Hastaneye gittikten sonra iyi oldu mu?"
"Biraz yatması gerekiyor sadece. O yüzden o bugün bahçeye gitmedi. Yarın kalkacak ama. Sorun yok yani."
"Sevindim." Birbirimize bakıp gülümsedik. Ve yine sessizlik hakim oldu.
Ne zamana kadar böyle sürecekti? Arkadaşlığımızın bozulması, aramızdaki o çekim gücünün gitmiş olması beni geriyor ve rahatsız ediyordu. Eski bizi özlüyordum. Bu hisler, her şeyi yok ediyordu. Mahvediyordu.
"Sınav sonuçların! Yani sonuçlar. Ne oldu? Nereyi kazanmışsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
General FictionDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...