Ben hep kandırıldım. Hep aldandım. Hani insan kalbine inanır ya hep. Hep duygularını takip eder. İşte en büyük hatası burada başlar insanın. Kalbine aldanır. Ona inanır. Asıl yüzüstü bırakan kalbidir insanın. Sevmeyi, güvenmeyi, bağlanmayı sağlayandır. Sonra hiçbir şey olmamış gibi oturur acısını çeker. Kanayan yaralarını sarmaya çalışır.
Benim hep görünmeyen yaralarım, bilinmeyen bir hayatım vardı. Kimse bu derinlere inecek kadar sevmedi beni. Tanımak istemedi. Ya da ben öyle zannettim. Vardı da ben başkasını istedim. Sahra vardı, Hira'yı istedim.
Kendime aldandım ben. Aldandığım kadar kaybettim. Kötü olmak istemedim ama sanki hayattan almak istediğim bir şeyler vardı. ben kötü değildim, sadece ruhuma giren nefsin ani dalışları beni bu hale getirdi. Benim tek suçum buna izin verecek kadar aptal olmam.
Bedeller ödeyeceğiz hepimiz. Kimin hayatında ne kadar yerimiz, verdiğimiz sevgi, yaşattıklarımız hatta yaptığımız küçücük bir hareketin bile bu hayatta bir karşılığı vardı bizde. İşte ben o bedelleri yaşıyorum. Ben Anıl. Aptal Anıl. Hayattan beklediğim tek şey gerçek bir sevgiydi. Ona da ben hak etmedim.
Ailem küçükken bir yetiştirme yurduna bıraktılar beni. Dört yaşındaymışım. Hayal meyal hatırlıyorum annemi, babamı. Bir silüet var karşımda ve gözyaşlarını siliyorum ama hiçbir şey net değil.
Geçirdiğim yurtta yaşadığım zorbalıklar, aldığım yaralar, sevgisizliğim, kalbimin yetimliği beni bu hale getirendi. Sonra kendimi burada buldum. Dokuz yaşında. Tam burada. Aslında Aydın'da bir yurttan alınmıştım. Şimdiki ailem beni oradan alıp buraya taşınmıştı. Onlarda beni ne gerçek evlatları gibi sevdi, ne de ben onları gerçek ailem kadar sevdim...
Rüzgar'ın kolumdan tutup çevirmesi ile yüzüme yediğim yumruk bir olmuştu. Ben ne olduğunu anlayamadan dudağıma elim gitti. Dudağım patlamış ve kanıyordu. Yerimden kalkıp gözü dönmüş Rüzgar'a baktım.
"Lan şerefsiz!" dedi ve bir daha üzerime çullanıp yumruk attı. Onunla o akşamki bahçede görüştükten sonra yüz yüze gelmemiştik. Sanırım yarım kalan işini hallediyordu.
Bir yumruk daha attı karnıma. Karşılık vermedim. kabullendim, hak ettiğimi kabullendim. Acılarımı kabullendim.
Bir yumruk daha attı yüzüme. Elimi bile kımıldatmadım. Gözlerimi kapattım, bedenimi ona bir boks çuvalı gibi bıraktım. O bana vurdu, sesimi çıkarmadım. En sonunda vücudum yere serildi. Gözlerim yavaş yavaş giderken yüzüme gelecek son yumruğu biri tuttu. Ve Rüzgar benden uzaklaştırıldı. Çağın. O tutuyordu Rüzgar'ı.
Sesler uzaktan bir tünelden geliyormuş gibi yankılanıyordu. Başım yerde öylece gökyüzüne baktım. Bulanıklaşıp tekrar netleşiyordu gök. Ellerimin uyuştuğunu hissettim. Çağın bana yaklaşıp kalkmama yardımcı oldu. Vücudum harap olmuştu. Ne önemi vardı?, ben zaten yıkılmış eski bir evden farkım yoktu. İçimdeki insanlar yaşayıp göçmüştü. Yıllardır eskiyen bu ev, harap olmuş, içini küf bulamış ve yıkılmaya, kaderine bırakılmıştı.
Her gün biraz daha yıkıldım. Biraz daha bittim. Biraz daha gömüldüm toprağa.
"Anıl... Anıl iyi misin?" Çağın'ın sesleri kulaklarımda çınlıyordu.
"İyidir o piç!" dediğini duydum Rüzgar'ın.
"Kardeşimi ne hale getirdin? Gitti buralardan haberin var mı lan?! Hepsi de senin gibi bir herif yüzünden!"
Evet. Benim gibi iğrenç ve aptal bir herif yüzünden. Ben Sahra'ya hak etmiyordum. Hira'yı artık istemiyordum. Aslında ben onu hem yanlış anlamış hem de hiç istememiştim. Zannetmiştim ki seviyor. Zannetmiştim ki seviyorum. Değilmiş. Hiçbir olasılık değilmiş. Artık kimsenin gözünün içine bakmak istemiyordum. Artık kimseyi istemiyordum. İsteyebileceğim tek kişi Sahra olabilirdi, ona da hakkım yoktu.
Dudağımdan akan o kanın metalimsi kokusu burnuma dolandı. İşte bu, işte bu koku bana bütün hak etmişliğimin simgesi olabilirdi. Kuşkusuz ben hayatımı çoktan kaybetmiştim. Umutlarımı kaybetmiştim, çocukluğumu, ailemi, hislerimi, kendimi ve her şeyimi kaybetmiştim.
Bi hayli kırgınım... kendime kırgınım. Ben kalbime sürgün edilmiş bir mahkumdum. Ben elimde bir tasla etrafta, muhtaç, boynu bükük umut dilenen bir çocuktum. Tasım boştu. Hep boştu. Hep boş olacaktı.
Artık bu köyde kalacak tek bir nedenim yoktu. Yapabileceğim tek şey, gitmekti. Kaybolmak. Ortadan kaybolmak olacaktı. Nereye giderim bilmem. Tek isteğim kendimi buradan sürgün etmek ve yepyeni şeylere başlamak.
"Seni görmeyeceğim lan burada!" diye bağırdı Rüzgar. Çağın yüzümü kontrol ediyordu. Kaldırımda oturmuş sadece yeri izliyordum.
"duydun mu beni?!" diye bağırdı Rüzgar. Tepkisizdim. Belki de vereceğim tek tepki hayatımda yeni bir karşılık olacaktı. Verdiğim tepki yine dönüp dolaşacak yine beni bulacaktı. Artık hiç kimse ile konuşmayacak, göz göze gelmeyecek, tepki vermeyecek, hissiz, boş ve yalnız bir insan olacaktım. Kalbim gibi.
"Rüzgar tamam artık. Uzaklaş buradan. Bitti kavga." Dedi ve son noktayı koydu Çağın. O sırada buraya doğru gelen Yekbun ve Merve'yi gördüm. Sonra gözlerimi yeniden yere diktim.
"Ne oldu burada?" dedi Yekbun.
"Anıl bey ile yarım kalan işimizi hallettik." Dedi Rüzgar ve gözlerini üzerime dikti. Hissediyordum bunu. Ama bakmıyordum. gözlerim tek yere bakıyordu. Çağın ne ara gidip geldiğini bilemediğim bir şekilde yüzümdeki kanamaları siliyordu.
"Ne hale getirdin çocuğu Rüzgar? Neden ortalığı karıştırdın?" dedi Yekbun sinirli bir şekilde.
"Sanane Yekbun! Sanane!" dedi ve Rüzgar Yekbun'a omuz atıp gitti. Çağın olduğu yerden kalktı.
"Rüzgar!" diye kükredi arkasından. Peşinden gideceği sırada Yekbun kolundan tuttu.
"Hayır Çağın! Sinirli, bırak."
"Sana ne kastı varda omuz atıyor?!" diyerek yükseldi Çağın.
"Tamam, bırak şimdilik. Ben takmıyorum. Sen Anıl ile ilgilen. Bende gidip biraz daha pamuk alayım." Dedi ve Yekbun Çağın'ı sakinleştirdi. Merve yavaş yavaş geri adımladı ve Rüzgar'ın peşinden gitti.
Yekbun bunun farkına varmadan bakkala giderken Çağın tekrar yanıma oturdu.
"Anıl. Konuş artık. İyi misin?" dedi Çağın.
"Konuşsam olmaz. Susmak devadır." Dedim zorla çıkan sesimle. Dilim damağım kurumuştu.
"Susmak deva değildir. Kabullenmektir."
"İyi ya. Ben hep susayım. Ben hep kabulleniyorum."
Çağın derin bir nefes verdi. Yekbun tekrar yanımıza geldiğinde yer ile bakışmamı keserek önüme geçip eğildi. Çağın onun elinden pamukları aldı ve paketi açtı. Ben ise bitkin bir şekilde bana ne yaptıklarını umursamadan sadece durdum.
Ben Anıl. Yetim Anıl. Kalbi de, ruhu da, bedeni de yetim olan çocuk... ben artık konuşmayı unutacak kadar susacağım. Görmeyi unutacak kadar kör, sevmeyi unutacak kadar kalpsiz, güzel cümleleri duymayacak kadar sağır, ölmüş gibi ruhsuz bir çocuk olacağım...
******
Anıl ne kadar yanlış yapmış olsa da ona çok üzülüyorum. Hepsinin kırık bir tarafı var bu hikayede. Keşke herşeyi düzeltebilseler...Sizce Anıl ne yapacak?
Bölüm nasıldı?
Bölüm atmayı unuttum, kusura bakmayınnn.
İyi geceelerrr 🤍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
Genel KurguDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...