Beş yaşında kaybettim ben ilk. Beş yaşındayken öldü kardeşim. Annemin feryatları, ablalarımın ağlayışları ve benim kenarda olan biteni o küçük halimle anlamaya çalışma çabalarım. İçimde bir sızı var ama anlayamadığım bir sızı. Biri gitti biliyorum. Kim gitti biliyorum. Nereye gitti, neden gitti, gelecek mi bir haberim yok.
En büyük ablamın yanına gittim. Elini tuttum, "Kardeşim gelecek mi abla? Nerede o?" dedim. Ablam bana baktı zar zor yüzünde yayılan gülümseme ile.
"O gitti ve gelmeyecek ablacım..." dedi dilinden dökülen bu cümle ile.
"Birde kucağıma alıp sevemeyecek miyim?" dedim ablama. Ablam ciğerlerinde tuttuğu nefesi verip sarıldı bana hıçkırıklar içerisinde. Yüreğim parçalandı, koptu gitti sanki dağlara.
Ben bu köyün büyük ninesi. Dert ortağı. Yılların üzerimde olduğu yükü, geçmişin kazılı acıları ile buralara gelmiş büyük nine. Adım çok bilinmez. Sadece büyük nine derler bana. Şadiye benim adım. Gelmiş geçmiş, görmüş, yaşamış insanım. Artık ne yaralarım canımı yakar, ne başkası bana koyar. Bundan sonra bana son nefesimi beklemek düşer.
Sonra ne mi oldu? On yedi yaşımda evlendim. Kocam ile anlaşırdık hep. Sevdik birbirimizi. Ben hep görgülü olmak için ailesinin yanında sessiz kalırdım. Sonra annemi kaybettim. Ardından kardeşlerim ile dağıldık. Bir daha zar zor haber aldık birbirimizden. Sonra bu taraflara, bu köye taşındık. Geldim geleli bu evdeyim işte ben. beş çocuğum oldu. Üçü kız, ikisi erkek. İşte aralarında en aklı başında ve bana yakın olan Dildar. Diğer bir kızım benimle kavga edip iletişimini kesti. Bir de o zaman kaybettim. Sonra kocam hastalandı. Son kez benle konuştu bir sabah sanki. İkimizde fark etmeden. Hastaneye gitmek için tertemiz hazırlandı. Bembeyaz giyindi. Kefen gibi. Sanki hazırlık gibiydi.
O gün gitti. Hastaneye yatırıldı hastalığından dolayı. Ve ertesi sabah ölüm haberi geldi. Yine kaybettim. Başımda beş çocuk, biri benden uzakta kalakaldım öyle. Sonra okuttum, büyüttüm hepsini. Hayat dersi verdim. çalışmayı, insanlığı öğrettim. Oğlum askere gitti. Yolum gözlerde kaldı. Sonra bir gün o da kapıdan girmeyecek diye korktum. Yine kaderim beni bir yenilgiye uğratacak diye korktum. Şükürler olsun ki o döndü ilk defa. Kapıdan girdiğinde gözlerimde yaşlarla nasıl sarıldığımı hatırlıyorum.
Aradan zaman geçti. kızlarımı evlendirdim. Oğullarımı evlendirdim. Hepsine baktım. Hepsini büyüttüm. Sonra ne mi oldu? Yıllardır ortalarda gözükmeyen yenilgim çıktı yine. Beni bırakıp giden kızımın vefat haberi geldi bu eve. Yine can yerimden aldım yaramı. Nasıl yandı ciğerlerim? Okyanuslar, denizler söndürmezdi acımı.
Arkadaşlarım vardı. onlarda gitti benden önce, birer birer hep. Oysa benim kapımın önünde oturur kahkahalarla çay içerdik biz. Hep birimiz eksildi aramızdan.
Sonra Dildar'ın torunu olacağı haberini duydum. Bu eve gelen nadir müjdeleyici haberlerinden biriydi bu. Sağ salim dünyaya gelsin istiyordum. Tek dileğim. Tek duam.
İsmini ben koymak istedim. Yekbun. Yekbun olsun istedim. Alçin nasılda istekliydi bu isme? Neşesi gözümün önünden gitmez. Doğduğu gün dün gibi aklımdaydı hep. 1 Ağustos.
Sandım ki bu sefer ben kazandım. Öyle değilmiş meğersem. Alçin'in aramızdan gittiği gün olmuştu o gün. Ve ben Yekbun'un kokusunu bir kere içime çektim. Bir daha görmedim.
Gözüm hep kapıda gelecek kötü bir haber bekler oldum artık. Sanki her an Yekbun ile ilgili kötü bir haber gelecekti buraya. Gelmedi. Onun yerine o geldi. on sekiz yıl sonra o geldi.
O geldi. babası gitti bu sefer. Yine kaybettim. Ben hep kaybettim. Beş yaşında başlayan bu yenilgim, hep devam etti. Bu yaşıma kadar hep devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
General FictionDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...