"Can cananı bulunca..."
Tamam şimdi sakin ol Yekbun. Sakin ol, sadece arayacaksın. Tamam mı? Abartma. ABARTMA!
Hantal sırık aranıyor...
Gördüğüm yazı ile hemen aramayı kapattım hızla telefonu elimden yatağa fırlattım. Kalbim ağzıma gelmiş gibi atarken arka arkaya adımlayıp sırtımı duvara dayadım. Telefondan olabildiğince uzaklaştım.
İYİ Kİ ABARTMA DEDİM.
Şimdi çağrı gitti ona. Arar mı geri? Aramaz mı? Arar mı? Arayabilir de. Aramayabilir de. Kalbim yerinde durur musun?!
Telefonumun çalma sesi ile sakinleşmeyen kalbim olduğundan daha şiddetli atmaya başladı. Birazdan kanım damarlarımda bu kadar hızlı gezmekten iflas edecek. O zaman boku yiyeceğim.
Uzak kalmaya çalıştığım yatağa denize atlar gibi atladım. Telefonumdaki yazıyı görünce yutkundum.
Hantal sırık arıyor...
Daha fazla bekletmeden aramayı açıp kulağıma dayadım. Sesimi düzelttim.
"Alo?"
"Beni aramışsın Yekbun. Yanlışıkla mı oldu?"
"Yok, yok. Bilerek aradım. Ben şey diyecektim, saat yedi gibi kavağın orada buluşalım mı? Üç saat sonra falan yani."
"Yekbun, sorun yok değil mi?" dedi telaşlanmış sesi ile.
"Hayır, hayır. Hiçbir sorun yok." dedim onun görmediği keyifli gülümsemem ile.
"Tamam o zaman. Yedi de görüşürüz."
"Görüşürüz." Dedim ve telefonu kapatıp kenara attım. Derin bir nefes vererek kendimi arkaya doğru yastığıma bıraktım. Heyecanım durgunlaşırken sırıtmaktan yanaklarım acımıştı artık. Bu yüzden ciddileşip odamdan çıktım. aşağıda biraz oturup kitap okuduktan sonra babaannemler ile azıcıkta sohbet ettim. sonra kavağa gideceğimi söyledim. Geç kalmadan dönmemi söylediler. Her ikisini de öpüp bahçeden çıktım.
Kavağa geldiğimde saat altı buçuktu. Gelmesine yarım saat kadar bir şey vardı. o zamana kadar buranın tadını çıkardım. Güneş batmaya doğru gidiyordu artık. Kavağın altında son saatlerimi geçiriyordum sanki. Yarın sabah İstanbul'a gidecektim. Sabah erkenden kalkıp güneşin doğuşunu izlemiştim. Dedemle bahçeye gelmiş ürünleri toplamış, birkaç satıcı ile görüşmüştük. Sonra sevdiğim her yere tekrar gitmiştim. Kavağa ziyaret etme vaktim olamamıştı. Şimdi o zamanı değerlendiriyordum.
"Derdimi dinlediğin için teşekkürler kavak. Yazın çoğunu senle yüklendik. Çok iyi bir dinleyicisin. Ve güneş sana her yerde veda ederim ama burada bir başkasın... seni izlemek çok keyifli."
"İkisi de seni çok özleyecek." Duyduğum ses ile irkildim ve başımı sese çevirdim. Çağın ellerini cebine koymuş bana bakıyordu. Elimi kavağın gövdesinden çektim. Bu sahnenin aynısını Hiralar bizim bahçeye geldiğinde de yaşamıştık. O yine böyle bana bakıyordu, yine bir gün batımı, yine biz aramızdaki aynı mesafe ile...
"Hoş geldin." Dedim gülümseyerek.
"Hoş buldum." Dedi o da tebessüm ederek.
Kenarda duran kütüğün üzerine oturdum. O da yanımda duran kütüğe oturdu. İlk ikimizde sadece kaçak bakışlar attık.
"Hani o gün dediğin ya. Çağın benim arkadaşım diye. Yemek masasında. İzmir'e gittiğimiz gün." Yo, yo, yo. Konuya buradan girme. Lütfen. Bu konuşmayı bitirmem gerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEKBUNUM (TAMAMLANDI)
General FictionDÜZENLENECEK! Eski halini okumasanız daha iyi :)) "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir." Yekbun'un muhteşem hikâyesi ise bir yolculuk ile başladı. Dertlerini, hayatını ve kend...