3. Bölüm: Görkemli Cenaze

1.2K 33 3
                                    

Konya'nın Merkez Çarşısı'nda kepenkler, besmeleyle açılıyor; dükkân sahipleri, çalışanlar, birbirleriyle selamlaşıyordu. Hava tam aydınlanmadığı için bazı işyerlerinin ışıkları açılırken esnaf içerisinde yaşça büyük olanlar yılların getirdiği alışkanlıkla dükkânlarının önünü süpürüyor; çay ocaklarının sümüklü çırakları, kıymalı, peynirli börekler eşliğindeki esnaf kahvaltısına çay yetiştirmek için tepsilerini sallaya döndüre koşuşturuyorlardı.

Tüm bu olağanlığı bozan, "Konya Hâkimiyet" gazetesinin birkaç esnaf tarafından okunması oldu.

"... iki gün önce kimliği belirlenemeyen kişilerce kaçırılan, Konya eşrafından halı tüccarı Hacı Halit Nurullah, Sakarya yakınlarındaki bir korulukta öldürülmüş olarak bulundu. Kuran kursları açan ve yüzlerce öğrenciyi okutan, burs veren, halkın büyük sevgi ve muhabbetini kazanmış olan Halit Nurullah'ın ne amaçla kaçırıldığı ve neden canına kastedildiği anlaşılamadı..."

Gazeteyi okuyanlar üzüntülüydü. Kısa sürede bütün 'Çarşı', kara haberi aldı.

O sabah dükkâna Nurullah ailesinin hiçbir ferdi gitmedi. Mağazada çalışan çocuklar esnafa, cenazenin öğle namazında Sarraflar Caddesi'ndeki Kapu Camisi'nde kaldırılacağını söylediler.

Ev ve avlu ağzına kadar dolmuştu. Sakallı, sarıklı erkekler, kara çarşaflı kadınlar, beyaz takkeli talebeler, yüzlerce insan... Büyük bir matem havası vardı.

Ölüm haberi başka bir yerde daha üzüntüyle karşılandı. İmam Sait haberi gece yarısı almıştı.

"Aloo. Selamünaleyküm hocam."

"Aleykümselam."

"Hocam, ben emniyetten Selçuk."

"Tanıdım sesini oğlum. Nasılsın?"

"Allah razı olsun hocam, ellerinizden öperim. Rahatsız ettim bu saatte ama Halit Hocamla ilgili..."

"Bulunmuş mu?"

Telefondaki ses yutkundu.

"Hocam, başınız sağ olsun, iki saat önce Sakarya'da bul..."

Çok üzüldü. Uzun süre uyuyamadı. Sabah namazını kıldıktan sonra bir iki saat içi geçti. Kalkıp cenaze namazı için hazırlanmaya başladı.

Konya'daki Osmanlı camilerinin en büyüğü olan Kapu Camisi, hınca hınç dolmuştu. Üzüntülü kalabalık, öfkesini kime yönlendireceğini bilemediği için gergindi. Sık sık 'Tekbir'getiriliyor, şeriat ve başörtüsü ile ilgili sloganlarla kalabalık iyice köpürüyordu. Ulusal gazete ve televizyonlar da oradaydı.

Cenaze namazı ve defin tamamlandıktan sonra İmam Sait aceleyle arabasına gitti. Öğrencilerinden biri eski Renault 19'un arka kapısını açtı. Dergâhta buluşmak üzere anlaştığı arkadaşlarının, arabalarına binmekte olduğunu gördü, bazılarıyla göz göze geldi.

İmam Sait, Hüsrev Ağa Mahallesi'ndeki dergâha geldi. Evlerin birçoğu yan yana yapılmıştı ve mahallenin tamamı tarikat mensubuydu.

Dergâhın alt katına indi. Bazı arkadaşlarının gelmiş olduğunu gördü.

"Selamünaleyküm."

Odadakiler hep birden,

"Aleykümselam" dediler.

Oda, zeminin biraz altında, küçük pencereleri olan geniş bir yerdi. Güzel halılarla döşenmişti ve yerde birçok minder vardı. Başköşedeki büyük mindere oturdu. Dergâhın bodrum katında birçok oda ve büyük bir salon vardı. Burada toplu halde namaz kılınıyor, sohbetler yapılıyor ve zikir çekiliyordu. İmam Sait ve arkadaşlarının toplantı sayısı günden güne artıyordu.

Beklenen kişiler geldi. İmam Sait toplantıyı başlatması gerektiğini düşünerek söze başladı.

"Bismillahirrahmanirrahim. Kardeşlerim, hepimizin başı sağ olsun."

Kalabalık dikkatle dinliyordu.

"Hilafet bayrağının gölgesinden yoksun İslam âlemi, kâfir güneşi altında kavrulurken, bin yıllık Müslüman yurdunda kadınlarımızın başı açılırken, ezanımız Türkçe okutulurken, ecdadımızın yüz binlerce can feda ederek fethettiği Ayasofya ibadete kapatılırken, kanlarını Allah yolunda dökmeye hazır bir avuç mücahit, dindaşlarının acısını yüreğinde hissederek hilafet bayrağını, Peygamber efendimizin hadis-i şerif ile müjdelediği mübarek kent İstanbul burçlarında dalgalandırmak için büyük cihadı başlattı. Nice din kardeşimize bu uğurda şehadet şerbeti içmek nasip oldu. Kahramanlarla dolu tarikatımıza gün geldi kâfirler de sızdı; gün oldu ihanete de uğradık. Mihenk taşımız Hacı Halit Nurullah kalleşçe şehit edildi. O insanın ki mübarek davamız uğruna katlanmadığı eziyet, çekmediği çile kalmamıştı. İslam âlemi büyük bir insanı daha kaybetti. Bu kâfir sistemin Ali Şükrü Bey'le başlayan cinayetleri nice büyük ustamızı nice cengâverimizi katletti. Ama halkın kalbinden bu imanı söküp atamadıkça analar daha çok Ali Şükrüler, Hacı Halitler doğuracaktır."

İmam Sait ağlamaklı olmuştu. Cübbesinden çıkardığı mendille, uykusuzluktan şişmiş gözlerini sildi. 30 yıllık dava arkadaşının öldürülmesi ve sezinlediği ihanet, öfkesini ve üzüntüsünü artırmıştı.

"Kardeşlerim, sizler de yıllardır cemaatin içindesiniz. Bu cinayetin ardında bir gariplik seziyorum" İmam son kısmı "Siz ne dersiniz?" edasıyla söylemişti. Minderlerden birinde oturan badem bıyıklı, siyah ceket ve yakasız gömlek giymiş olan hafif kilolu adam:

"Haklısınız hocam. Kara Zıpkalılar üç yıldır kimseyi öldürmüyordu. Üstelik grubumuz cemaat içinde bilinen bir grup değil. Amaçlarımızdan, hedeflerimizden şu odadakilerin, bir de Allah'ın haricinde kimsenin haberi yok."

Saçı sakalı birbirine karışmış, cübbeli ve sarıklı bir ihtiyar söze karıştı.

"Buradan biri mi söylemiştir?"

Badem bıyıklı adam kendinden daha büyük olan müride dönerek, "Yok, hacı baba. Buradan biri dememiştir de. Yani nasıl haber almışlar? Çok garip!"

Bu son cümleyi odadaki herkes başıyla, gözleriyle onayladı. İmam tekrar sözü aldı.

"Kardeşlerim, Hacı Halit kendi halinde bir esnaftı. Cemaat içerisindeki faaliyetleri de Kara Zıpkalılar'ı rahatsız edecek boyutta değildi. Gizli çalışmalardaki rolünü ise bir tek biz biliyorduk. Kâfirlerin bir şeyler öğrenmeden onu öldürmeleri pek mümkün değil. Kaldı ki öğrenseler bile sadece ona değil birçoğumuza saldırırlardı."

Grup içinden başka birisi söze devam etti.

"Hocam, başkaları yapmış olmasın?"

"Hayır, Kara Zıpkalılar yaptı. Kaçırılışı, Konya'dan çıkarılışı, öldürülüşü... Cinayet, bu kadar ustaca anca Kara Zıpkalı kâfirler tarafından işlenebilir."

Başka bir üye söz aldı.

"Hem başka, kim niye öldürsün Halit'i?"

Cin TarikatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin