Cafer Büyükdere cinayetinin intikam vakti gelmişti. Hasan zorlu çalışmalar sonucunda, 15.yy.'ın cin âlimlerinden Uzun Firdevsi'nin Davetname isimli eserindeki şifreleri çözdü.
İmam ve yandaşları Konya'nın Hristiyan Mezarlığı'nda toplandı. Müritlerin boynunda büyük muskalar vardı. Dolunay havayı aydınlatıyordu. Bir mürit elinde sıkı sıkı tuttuğu Kuran-ı Kerim'le İmam Sait'in yanına yaklaştı.
"Hocam mezarlar hazır" dedi.
Hıristiyan mezarlarının önünü kazmışlardı. İmam göz ucuyla çukurları saydı. Tam istediği gibi on üç taneydi. Yanındakilere "İsimleri yazın" diye emir verdi. Beyaz bir tebeşirle Ulular Meclisinin on üç üyesinin ismi, önünde çukurlar kazılı olan Hıristiyan mezarlarının taşlarına yazıldı.Her çukurun önünde büyükçe bir küp ve başında da iki adam vardı. Beyaz giysili
müritler yanlarında getirdikleri tuzlu suyu ve sirkeyi küplere boşalttılar. Yapılan her işlemde İmam'ın emrettiği dualar okunuyordu.Bugüne kadar hiç duymadıkları garip sözcüklerden oluşan bu dualar bitince İmam'ın "Köpekleri getirin" emri kulakları doldurdu. Müritler bir makinenin çarkları gibi işliyorlardı. Birkaç çuvala doldurulmuş olan on üç boz it yavrusu çıkartılıp çukurların yanına getirildi. Eski bir kefen on üç parçaya bölünüp dağıtıldı. İmam'ın öğrettiği dualar eşliğinde itlerin ağzı bağlandı. O kadar sıkı bağladılar ki çeneleri birbirine kenetlendi.
İmam Sait'in bir el hareketiyle aynı anda küplerin içine sokuldu. Tuzlu su ve sirkenin
gözlerini yaktığı köpekler can havliyle inledi. Küplerin kapakları kapandı ve aynı anda çukurlara yerleştirildi. Üstleri toprakla kapatıldı.
İmam son anlara yaklaştığını düşünerek cübbesinden çıkardığı kâğıda baktı. Yanlış bir şey
yapmak istemiyordu. Hasan'ın gönderdiği şifrelerin yazılı olduğu kâğıdı inceledi. Evet, son ana yaklaşılmıştı. Toprağın altından gelen inlemeler kesildi. Köpek yavruları ölmüştü.İmam'ın işaretiyle on üç horoz getirildi. Müritler horozları toprakla doldurulmuş çukurların tam üstüne yatırdı. Jilet keskinliğindeki bıçakları boyunlarına dayadılar.
İmam Sait, Hasan'ın gönderdiği Arapça duayı okumaya başladı. Çukurlardan büyük bir ısı ve iğrenç bir koku yükseliyordu. İmam'ın duası ilerledikçe ısı ve koku artıyordu.
"Ey melek—ül Ebyaz, sen düşmanlarımızı helak et."
Isı ve koku dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Gece yarısının soğuk havası gitmiş, çöl sıcağı
gelmişti. Bütün gözler imam'daydı. İmam, bir kumaş çıkardı. Üzerinde Ebyaz cinin tasviri vardı. Kumaş parçasının iki yanından tutup "Ey Ebyaz!" diyerek havaya savurdu ve Ahıdname'yi okumaya başladı. Yerden yükselen sıcak hava o kadar yoğundu ki kumaş parçası havada dalgalanmaya başladı.
Duanın bitiminin ardından kumaş parçası alev aldı. İmam "şimdi" dedi kendi kendine. Emri vermesi gereken an o andı. Kendisine bakan müritlerine horozların işini bitirmeleri mealinde bir el hareketi yaptı.Gözleri İmam'a kilitlenmiş olan on üç mürit, horozların boynundaki bıçakları seri bir hareketle aşağıdan yukarıya doğru çektiler. Horozların kanı toprakla doldurulmuş olan çukurların üstüne fışkırdı.
Horozlarla birlikte Bursa'da, İzmit'te, Sivas'ta, Almanya'da, İran'da, Hatay'da, İstanbul'da, Suriye'de on iki kişinin daha; yataklarında, uyurken, eşleriyle konuşurken, televizyon izlerken, çay içerken boğazlarından kanlar fışkırdı. Büyük bir ısı ve iğrenç bir koku kapladı bulundukları yeri.
Mezarlıktaki mendebur koku ve cehennem ısısı bir anda yok oldu. Bunların yerini toprak kokusu ve gecenin ayazı aldı. Ter içinde olan müritler bir anda soğuktan kitlendiler. İmam, geri dönüş hazırlığının yapılmasını emretti.