Fırtınalı bir toplantı yaptılar. Son üç dört yılın sakin çalışma düzeniyle gelen miskinlik, bir gecede dağılmıştı. İbrahim Ilgar'ın ve Ramazan Özhan'ın öldürülmesi ilaç gibi gelmişti. Toplantı esnasında taktıkları ciddiyet maskesi, ruhlarındaki neşeyi gizlemekte yetersiz kalıyordu.
Cemaatin tepesindeki bilinen birkaç adamdan biriydi Ramazan ve İbrahim. Bir ekip hazırlanması ve cinayet yerlerinin araştırılması, olay yerini inceleyen polisten bilgi alınması karara bağlandı. Görev, Arif Paşa tarafından Ali Fırat'a verildi ve Paşa çok fazla durmaksızın genel esasları inceledikten sonra toplantıdan ayrıldı.
Ali Fırat istihbarat birimine olayla ilgili bütün unsurları araştırmalarınıve kapsamlı bir raporlar hazırlamalarını emretti. Ali Fırat çeşitli emirler veriyordu ama bu, Kara Zıpkalılar'ın zaten yapacağı şeylerin sözlü tekrarından öteye geçmiyordu. Profesyonel kadrosu ve yılların birikimiyle oluşmuş çalışma gelenekleriyle Kara Zıpkalılar yapılması gerekeni söylenmeden de anlayabiliyorlardı. Ali Fırat da farkındaydı ama mesele çok başkaydı. Heyecanlanmıştı. Son yıllarda cemaatten ses soluk çıkmıyordu. Şöyle bir ağız tadıyla operasyon yapmamışlardı. Tabi son muammayı saymazsak. Hep kendi içişleriyle uğraşmışlardı. Vay efendim, paşa şöyle demiş, vay efendim bilmem kim istifa etmiş... Cemaatten gelen bu hediye fazlasıyla memnun etti Kara Zıpkalıları.
Aydın ince gözlüklerinin ardındaki mavi gözleriyle toplantıyı şaşkınlıkla takip ediyordu. İbrahim Ilgar ve Ramazan Özhan'ı medyadan tanıyordu. İkisinin de çok zengin ve İslami düşüncelere yakın insanlar olduğunu biliyordu. Yani Türkiye ne kadarını biliyorsa o da o kadarını biliyordu. Şimdi toplantıda birçok şey öğrenmişti. Meğer bu iki adam şeriatçı yapılanmanın en tepesindeki kişilerdendi. "Yahu bu Kara Zıpkalılar'ın da ne garip çalışma düzeni var" diye düşündü. Üyeleri olmuştu. Artık o da bir muhafızdı. Toplantılara katılıyordu. KZ yüzüğünü takıyordu. Ama hiçbir şey bilmiyordu.