Ercan ve Hasan, apartmana girip çıkanları dikkatle izliyorlardı. Öğleden sonra iki gibi Bursa'ya gelmişler ve doğrudan Yavuz Selim Mahallesi'ne gitmişlerdi.
Hasan, Bursa'dan uzaklaştırılma nedenini düşünerek eve girme konusunda ihtiyatlı davranmaya karar verdi. Cemaatin katilleri, Kara Zipkalılar, polisler ve daha aklına gelmeyen her türlü tehlike olabilirdi. Kalbini en çok sıkıştıran da İmam Sait'le karşılaşma ihtimaliydi.
Büyülere hâkimdi, fiziki olarak kendini koruyabilirdi, İmam'ın hayalinden bile korkan ruh halini atmıştı üzerinden ama yüz yüze bir temasa hazır mıydı? İşte bundan emin değildi.
Ercan ne gireni çıkanı tanıyordu, ne de tehlikeli olarak adlandırdıkları kişileri tanıyabilirdi. Tüm bunlara rağmen gözlerini kapıdan ayırmıyordu.
Yan yana park etmiş arabalarla dolu cadde, Mercedes Vito'yu yeşil yapraklar arasındaki bukalemun gibi gizliyordu. Uzun bir müddet beklediler. Bir ara Ercan, su almak için indi. Nihayet hava kararınca harekete geçmeye karar verdiler.
"İstersen sen bekle burada Ercan abi."
"Neden?"
Çekinir vaziyette söyledi Hasan:
"Ne bileyim abi. Alışık değilsin, şimdi şey falan olur."
"Yürü oğlum, yürü! Şey mey olurmuş! Ne şeyi?" dedi Ercan sinirle.
Binaya girdiler. Hızla çıktılar merdivenleri. Dokuz numaralı dairenin önüne geldiler. Hasan kilitleri açtı. Çelik kapı yavaş yavaş açılırken merdivenlerin ışığı evin içine doldu.
İki metrekarelik küçük bir yere girdiler. Hasan kapıyı kapatıp içerideki ışığı açtı. İç kapının yanındaki yuvaya anahtarı soktu ve çevirdi.
Anahtarın dönmesi ile birlikte güvenlik panosunun ışıkları yandı. Bazı rakamlar tuşladı. Panonun enter tuşuna bastıktan sonra "Ercan abi sakın ses çıkartma" dedi.
Kapının kolunu yukarı kaldırıp ağzını parabolik mikrofona yaklaştırdı. Çıkan bip seslerini sayıp dokuzuncu bipten sonra "selamünaleyküm" dedi.
Adımlarını temkinli atarken kısık sesle duaları peş peşe sıralıyor ve iki adım gerisinden gelen Ercan'ın elinden sıkı sıkı tutuyordu.
Hasan'ın ardı sıra çocuk gibi sürüklenmek anlamsız geldi Ercan'a.
"Lan oğlum, birak elimi. Yürüyemiyor muyum ben?" dedi. Hasan'ın cevap vermesine firsat bırakmadan elini çekti. O ayrılma anı ile ensesinde bir el hissetti.
Muşta ile vurup kafasını yardığı üniversite reisi, saçlarından tutup duvara çarptı Ercan'ı. Gözlerinde ürkütücü bir boşluk vardı. Ercan kemiklerinin kırıldığını düşündü. Acı, şaşkınlık ve merak çırpınıyordu beyninde.
Reis hızla üzerine atladı ve uzun saçlarını kavrayıp tavana kaldırdı. Hasan aceleyle 'rabbi enniy
messeniyes şeytanu..." diye başlayan uzun bir duayı okumaya başladı. Reisin yüzündeki boşluk yavaşça kayboluyor ve yerini acı alıyordu.Dua ilerledikçe reis sıtmaya yakalanmış gibi titriyordu. Saçlarından tutup havaya kaldırılan el açıldı ve Ercan, reisin ayaklarının dibine yığıldı.
Oda ısıya boğulmuştu. Reis kılığındaki cin, acılar içinde ölmeye başladı.
Hasan'ın, okuduğu duayı bitirmesi ile birlikte odadaki yüksek ısı kayboldu. Bir anda ortaya çıkıp Ercan'ı duvardan duvara çarpan cin yok oldu.
"Ercan abi, bir şeyin yok ya?"
"Yok" dedi Ercan kısık sesle. Yerden kalkamayan bedeni ve ağrının yüzüne verdiği buruşukluk aksini söylüyordu.