Sabah namazını kıldıktan sonra uyumaya devam ederken saat on sularında annesinin sesiyle uyandı.
"Kalk yavrum. Ancak hazırlanırsın."
Hasan mahmur bir edayla açtı gözlerini, hafifçe doğruldu. Yatmadan önce çıkartıp yastığının yanına koyduğu saatine baktı. Saat onu üç geçiyordu. Tekrar yattı. Tavana bakarak gerindi. Yatağının sol tarafına doğru yuvarlanarak kolunu aşağıya sarkıttı ve yere koyduğu telefonunu aldı. Tekrar sırt ustu yattı. Cep telefonunun geniş ekranına baktı. Arayan yoktu. Zaten kim arayacak ki, diye düşündü.
İki ablası evlenince onların geniş odasına yerleşmişti. Duvara yanaştırılmış yatak, karşısında gardırop ve bir küçük masa ile üzerinde dizüstü bilgisayar vardı. Pencerelerin önüne de geniş bir masa konmuştu. Perdeler açıldığında güzel bir orman manzarası görünüyordu.
Elini yüzünü yıkadıktan sonra odasına döndü. Camı açıp dışarıya baktı. Hava bozuktu. Bu mevsim kararsız olurdu zaten Bursa'nın havası. Bir gün iyi bir gün kötü... Pantolonunu giydi. O an oda mesaj sesiyle yankılandı. Çok nadir olan bir şeydi bu. Hemen sarıldı telefona.
Selamünaleyküm, biraz gecikeceğiz. Bizim içinde yer tut. Dışarıda kalmayalım ıslanırız sonra!
Salih göndermişti mesajı. Hasan'ın nadir arkadaşlarından biriydi. Her cuma Ulu Cami'ye gider, namazı orada kılarlardı. Sonra biraz dolaşır, genelde de Yeşil'e gider; Hünkâr Çay Bahçesi'nde çay, kahve içerlerdi. Hasan, Görükle Kampüsü'nde Kredi Yurtlar Kurumunun lojmanlarında kalıyor, arkadaşları ise Bursa'nın diğer ucunda Yavuz Selim Mahallesi'nde tarikatın evinde kalıyorlardı.
Mesajı okuduktan sonra telefonu yatağın üzerine attı. Ayda yılda bir mesaj gelince içi umut doluyor, açıp okuduktan sonra da sinirleniyor, yıkılıyordu. Hâlbuki boşa sinirlendiğinin farkındaydı. Üç beş arkadaşı vardı, hepsi erkek ve tarikattandı. Nasıl kıracaktı kozasını oda bilmiyordu. İmam Sait'in hayali geliyordu gözünün önüne, korkuyordu.
Titredi birden. Atletle üşümüştü. Dolaptan kazaklarını çıkardı. Kahverengi olanı giydi.
Mutfaktaki yuvarlak masanın üstüne kahvaltılık birkaç şey koymuş olan Neriman Hanım pişirdiği yumurtayı soyuyordu. Oğlunu görünce gülümsedi. "O boğazlı kazakla terlemeyesin!" dedi.
"Pencereden baktım hava soğuk gibi" dedi Hasan. Sofraya oturdu. Annesi soyduğu yumurtayı doğramak için bıçağı aldı bir yandan da "Oğlum, camide terlersin. İstersen krem rengi kazağını giy" dedi.
Hasan bardağa çay koyarken bir yandan da annesine cevap veriyordu:
"O da pantolona uymaz!"
Yumurtayı tabağa koyup üstüne zeytinyağı döken Neriman Hanım "Uymasın oğlum. Camiye gidiyorsun temiz olduktan sonra ne fark eder?" dedi.
Hasan yüzünü ekşitti. Zaten bu zihniyet, en güzel yıllarının kuru kuruya geçmesine neden oluyordu. "yumurtanın üstüne biraz kekik at anne" dedi. Çayını karıştırıp kahvaltısına başladı.
Nermin Hanım da bir çay koyup sofraya oturdu. Hasan annesinin ela gözlerine baktı. "Anne, bu akşam şeylerde kalırım tamam mı?" dedi.
Alışmıştı artık Hasan'ın iki üç günde bir tarikat evinde kalmasına.
"Tamam oğlum. Yatarken camı açık unutmayın e mi?"
Hasan kazağını değiştirdi. Çantasını alıp çapraz biçimde astı. Telefonunu,mendilini, cüzdanını çantaya yerleştirdi. Evden çıktı.