16. Bölüm: Yalı'da telaş

316 11 0
                                    

Boğaz'a nazır, Halim Paşa Yalısı büyük bir koşuşturmacaya sahne oluyordu. Dünyada siyasetin en alavereli-dalavereli yapıldığı, isyanların, darbelerin diktatörlüklerin, muhtıraların, ayaklanmaların kenti İstanbul'da, bu tarihi paşa konakları, yalılar ne büyük kaçışlara sahne olmuştu. İktidara yakın olan paşalar, İttihat Terakki, Babıali baskınını yapınca alelacele toparlanıp kaçmışlar; gerici ayaklanmalarda yenilikçi paşalar kaçıp gitmişlerdi. Yeniçeriler ayaklanınca hedef gösterilebileceğini düşünen paşalar kaçıp gitmişler, Osmanlı İstanbul'u aldığında Bizanslı soylular da... Bu kaçış, hep sürdü, sürdü, sürdü...

Tüyleri diken diken olmuştu. Yatak odasında sağa sola koşuşturuyor, giyinmekte olan karısına bir şeyler diyor, konağın salonuna geçip adamlarına emirler yağdırıyor; hızla yatak odasına dönüp karısına kızıyor, acele etmesini söylüyordu. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu.

Karısıyla birlikte, kapıda hazır bekleyen zırhlı Mercedes'e bindi. Bir şoför, bir de koruma müdürünü almıştı yanına. Bu iki kişi dışında kimse nereye gittiğini bilmeyecekti.

Zor günlerde kullanılmak için aldığı eve gidiyorlardı. "Çocuğu aradın mı Cihangir?" dedi Hanife Hanım. Cihangir Ateşdağlı, ne yaptığını bilmiyordu. Azrail ensesine üflüyordu. Koşuşturmaktan yorgun düşmüş vücudu ter boşaltmaya başladı. Alnından akan tuzlu sular, yanaklarından süzülüyor ve tombul çenesinde toplanıp damlıyordu. Anlı şanlı Ateşdağlı ailesinin reisi, arabasının arka koltuğuna büzülmüş, perişan halde oturuyordu.

"Cenk geliyor mu? Cevap versene Cihangir?" diye yineledi sorusunu. Kocasının bütün faaliyetlerinden haberi vardı. Hanife Hanım, II. Abdülhamit döneminin Maliye Nazırı Halim Paşa'nın torunuydu. Abdülhamit düşerken, Paşa; oğlunu ve gelinini derhal Fransa'ya göndermişti. Hanife Hanım yıllar sonra Paris'te doğdu. En seçkin okullarda, mükemmel bir eğitim aldı. Ailesi tarafından tam bir Osmanlı hanımefendisi olarak büyütüldü. Babasının siyasi ve ticari ilişkilerinin olduğu Ateşdağlı ailesinin ferdi Cihangir ile görücü usulü evlendirildi.

Kocası, ailenin reisi olduğundan beri Hanife Hanım işlerle ilgileniyordu ve ipleri elinde tutmaya çalışıyordu. Ateşdağlı ailesinin yıllardır sürdürdüğü idealist politika, Hanife Hanım'ın ellerinde yumuşuyor ve biçim değiştiriyordu.

"Evet aradım" dedi Cihangir Bey.

Telefonu çaldığında sevgilisiyle sarmaş dolaş film izliyorlardı. O akşam dışarı çıkmamışlardı.

Telefonun ekranına baktığında arayanın babası olduğunu gördü.

"Efendim baba."

"Neredesin oğlum?"

Cenk Ateşdağlı, babasının sesindeki heyecanı hissetti.

"Evdeyim baba. Hayırdır?"

"Hemen evden çık. Seni daha önce götürdüğüm Tarabya'daki villaya gel. Tamam mı oğlum? Hemen çık evden. Hemen."

"Ne oluyor baba?"

"Oğlum çık diyorum sana, bir saniye bile durma. Gittiğin yeri kimseye söyleme. Vakit kaybetme, çabuk çık evden!"

Babası daha önce bu villadan bahsetmiş zor durumlarda kullanacaklarını anlatarak bir defa götürüp gezdirmişti.

Kısa telefon konuşmasını dikkatle takip eden sevgilisi telefonu kulağından çeker çekmez hemen atıldı.

"Aşkım, ne oluyor?"

Cenk sıkkın bir ifadeyle "Bir şeyler oluyor ama bende anlamadım. Sanırım eve gitmem gerekiyor. Sen kal istersen. Ya da kalma, bilmiyorum, şaşırdım."

"Sorun değil aşkım. Sen git. Ben evime geçerim."

Evden çıktılar.

"Gidince bir haber ver aşkım."

"Tamam bebiş."

Öpüştüler.

Cenk, kırmızı Ferrari'sine bindi. Hızla sürdü.

Cihangir Bey ve Hanife Hanım'ın, çökmüş yüz hatlarında, bir an sevinç pırıltıları belirdi. Oğulları sağ salim karşılarındaydı.

"Geldin ya oğlum! Allah'a şükür" derin bir 'oh' çekti Cihangir Bey.

"Hayırdır baba, kötü bir şey yoktur inşallah?" Cenk, anne ve babasının hallerini hiç beğenmemişti.

"Ne oluyor, nedir bu haliniz?" Kendi de iyice şaşırmıştı. Hanife Hanım oturduğu koltuktan kalktı. Oğlunun elinden tuttu ve beraber ikili koltuğa oturdular. Tam çaprazında kalan televizyonu izlemesini işaret etti. Cenk televizyonun açık olduğunu fark etmemişti. Haberler vardı, yanmış bir adamı gösteriyordu kameralar ve bir muhabir heyecan içinde konuşuyordu.

"...ve bu kapıyı hiç zorlamadan açarak içeri girmişler. İlk izlenimler, cinayetin, evi ve Ilgar ailesini çok iyi tanıyan kişiler tarafından işlendiğini gösteriyor, çünkü cinayetin karmaşık yapısı..."

Hanife Hanım olayı anlatabilecek kadar kendini toparladı.

"Oğlum, İbrahim ve Ramazan amcan," yutkundu "öldürülmüşler."

Çok üzüldü Cenk. İkisini de öz amcaları gibi severdi. Uzun süre konuşmadan haberleri izlediler.

Sessizliği, televizyonun sesinin bastıran Cenk'in telefonu bozdu. Arayan sevgilisiydi. Meşgule bastı ve kısa bir mesaj yazıp 'merak etmemesini' belirttikten sonra telefonu kapattı.

Cihangir Bey ve Hanife Hanım biraz kendilerini toparladılar. Koruma, çay getirdi. Evde hizmetçi yoktu. Yanında çalışan bütün personel ve yakın korumaları çok güvenilir kişiler olmasına rağmen bu evi yalnızca koruma müdürü ve şoförü biliyordu. 

Cin TarikatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin