Ali Fırat ve ekibi karargâha döndü. Yol boyunca, odanın garipliği akıllarını kurcalamıştı. Kitaplar, parşömenler, papirüse yazılmış dualar ve bilgisayarlar karargâha getirildi.
Ali Fırat geniş bir masanın üstüne yaydı her şeyi. Bir yandan kendisi, bir yandan da Aydın ve Ferdi Giray incelemeye başladılar. Kitapları birer birer ellerine alıyor ve ne olduğunu, ne yazdığını anlamak bir yana; alfabesini bile tanıyamadan masanın üstüne bırakıyorlardı.
Gayretleri, hadım harem ağasının halvet olma çabası gibiydi. Nefes nefese kalsalar, sırtlarından bir ton ter aksa da bir gram tat alamıyorlardı.
"Bu çocuk Türkçe bir şey okumaz mı lan?" dedi Ali Fırat. Kafasını kaldırıp Ferdi Giray'a baktı. Ferdi bembeyaz olmuştu. Beti benzi atmış, kitabın sayfalarını yavaşça çeviriyordu. Garip bir tedirginlik vardı yüzünde.
"Ferdi ne oluyor? Rengin kaçmış."
Güçlükle kendini toparlamaya çalıştı. "Farkında değilim komutanım, tansiyonum düştü galiba" dedi.
"Otur dinlen."
Bir sandalye çekti. Önündeki kitapları masanın ortasına itekledi.
Aydın afişlerine bakıyor ve filmler arasında bir ilişki kurmaya çalışıyordu. Sürekli olarak afişlerle ilgilenmesi Ali Fırat'ın dikkatini çekti.
"Ne o Aydın? Filmlerin içine düştün." Aydın kafasını kaldırıp baktı.
"Filmler arasında benzerlik var komutanım. Üçünde de senaryonun düğümlendiği ortak bir nokta var. Ölüm anındaki o büyük ayrışımdan oluşturulmuş konuları. Mısır uygarlığında" birkaç saniye düşündü "Hinduizm ve Budizm'de insan öldüğü zaman büyük bir ayrışım olur."
Ali Fırat sözünü kesti.
"Ruhun bedenden ayrılması mı?"
"Hayır komutanım, ruh bedenden ayrılıyor ve ondan sonra da ruh içinde bir ayrım oluyor. Önemli olan nokta da burası. Ruhun bir tarafının dünyada kaldığına inanılıyor. Buna ruhun şuuru diyorlar. Yani bedenin fiziksel gerçeklikle olan bağlantısı, gezdiği yerlerle, dostlarıyla, ailesiyle, iş arkadaşlarıyla olan bağlantısı.
Ruhun şuuru hayalet biçiminde bu bağlantıyı sağlıyor. Bir de ruhun özü dedikleri kısım var. Bu kısım her halükarda bilinmeyene gidiyor."
Ali Fırat bir kez daha kesti sözünü.
"Yani insan ölünce üçe ayrılıyor. Beden, ruhun şuuru ve ruhun özü, öyle mi?"
Aydın Tuğlacı anlattıklarının saçma bulunmuş olduğunu düşünerek tedirgin biçimde cevap verdi.
"Valla öyle diyorlar komutanım."
Gülümsedi Ali Fırat.
"Peki, devam et bakalım."
"Bu ayrım yaşandıktan sonra bazı insanlarda ruhun şuuru dediğimiz kısım, gerçek hayatla olan bağlantısını devam ettiriyor. Bu filmlerde de aynı tema işlenmiş. "Altıncı His' de Bruce Willis'i ruhun şuuru halinde görüyoruz.
Filmdeki çocuğun özelliği de 'ruhun şuuru' halindeki varlıkları algılayabilmek. "Hayalet isimli film de aynı. Patrick Swayze ölmüyor ve ruhun şuuru vaziyetinde beşeri hayata geri dönüyor. "Aşkın Gücü' de diğer iki filmle bu açıdan bağlantılı.
Robin Williams ölür ve ruhun şuuru halinde tekrar var olur.''
Bu sefer Ferdi Giray kesti sözünü.
"İlk ikisini ben de izledim ama Aşkın Gücü'nü izlemedim" dedi. Ardından Ali Fırat bir soru yöneltti:
"Bu konular özel merakın mı?"
"Ankara'da öğrenciyken her hafta sonu sinemaya giderdik komutanım. Sinema bilgim oradan geliyor."
"Ben daha çok Ruhun şuuru' gibi konulardaki bilgi alt yapının nereden kaynaklandığını merak ettim."
"Yine öğrencilik döneminden komutanım. Kız arkadaşım çok meraklıydı bu konulara. Sürekli eski inanışlarla ilgili kitaplar alır okurdu. Bana anlatırdı."
"Tabii sen de kılıbıklık gereği sesini çıkarmadan dinledin, ezberledin, öyle mi?"
Gülümsedi Ali Fırat. Artık Hasan Öğmen'in ölümden sonraki yaşamları konu alan filmlerden hoşlandığını, hatta o derece ki afişlerini bile duvarına astığını biliyordu. Konu, gittikçe heyecanlanıyordu.
Ali Fırat, Hasan'ın eşyalarının uzman kişilerce incelenmesini emretti. Kara Zipkalılar'ın ellerindeki kitaplarla ilgili hiçbir fikri yoktu. Dolayısıyla ne tür uzmanlara başvuracaklarını da bilmiyorlardı.
Deliller arasındaki konu bütünlüğü –tabi eğer varsa- anlaşılmasın diye beş kısma ayırdılar ve her birini Kara Zipkalı muhafızlardan biri üniversitelerin dil, tarih, ilahiyat, arkeoloji fakültelerine götürdü.