Yalının bahçeye bakan geniş penceresinden yağmuru izliyordu. Bahçe, iki metrelik ince direkler üzerine yerleştirilmiş gemici feneri biçimindeki ışıklandırmalarla donatılmıştı. Bahçenin aydınlığına rağmen damlaların net olarak görünebildiği tek yer, lambaların çevresiydi.
Hanife Hanım, uç kısımdaki, demir kapının açıldığını fark etti. Sadece farlarını görebildiği arabalar içeriye girdiler. Geniş yolda ilerleyen araçlar binaya iyice yaklaştı. Hanife Hanım kocası ve oğlunun arabadan indiğini gördü. Diğer araçlardan inen korumalar şemsiyelerini açıp eşinin ve oğlunun üzerine tuttular. Eve doğru yürümeye başladılar. Kocasının yağmuru ne kadar çok sevdiğini bilen Hanife Hanım 'şimdi korumasından şemsiyeyi çekmesini isteyecek' diye geçirdi içinden ve tebessüm etti. Ancak, Cihangir Bey eve girene kadar süren on beş yirmi adımlık yol boyunca şemsiyeye veya yağmura dikkat etmedi.
Hanife Hanım yalının üçüncü katındaki odasından aşağıya indi. Korku, eşi ve oğlunun yüz hatlarında bir ahenk oluşturmuştu. Bu görüntü bir anda yağmurun verdiği duygusallığı atıp gerginleşmesine yol açtı.
"Ne oldu? Oğlum ne oldu? Cihangir... Cihangir ne oldu?"
Ailesi söz konusu olunca soğukkanlılığını koruyamıyordu. Yine heyecanlanmıştı. Üstlerini değiştirdikten sonra Cihangir Bey toplantıda olanları anlattı. İmam Sait'in bir an gelip gitmesini, o andaki şaşkınlıklarını ifade etmeye çalıştı.
Hanife Hanım'ın ilk tepkisi,
"Güvenliği nasıl aşmış?" biçiminde oldu.
"Hiç kimse görmemiş!"
Hanife Hanım 'anlamıyorum' diye haykıran bakışlarla eşini dinliyordu. Cihangir Bey cinayetlerdeki gariplikleri de anlattı.
İmam mutlaka ortadan kaldırılmalıydı.
Şimdi Cihangir Bey, eşi ve oğluyla yöntemleri konuşuyordu. İmam, Konya'daki bölgesinde çok güçlüydü. Nasıl hareket edilmesi gerekiyordu? Ne yapılmalıydı?
Cenk bir şeyler düşünmeye çalışıyordu. İlk defa bu kadar zorda hissetti kendini. "Acaba" dedi. Annesi ve babasının bakışlarını üzerinde topladı ama devam ettiremedi sözlerini. "Acaba bir kiralık katil falan?" Cihangir Bey tarikat ile ilgili bazı açıklamalar yapması gerektiğini düşündü.
"Yaşam tarzları çok farklı. İmam'ı ele geçirmek zor. Müritleri onun kutsal bir kişi olduğuna inanıyor. Sapık fikirleriyle, bazı safsatalarla hepsini ölüm makinesi haline getirdi. Birçoğu tek bir emriyle adam öldürebilecek yapıda. Çevresinde etten bir duvar var. İçeriye ajan sokmak, bilgi sızdırmak neredeyse olanaksız."
"Hepsi bir arada oturuyor demiştin, değil mi baba?"
"Evet, büyük çoğunluğu bir arada oturur. Konya'nın Hüsrev Ağa Mahallesi'nde. Tabi birçok yerde evleri vardır ama merkezleri burası. Yabancılara ev satmazlar veya kiralamazlar. Sokaktan geçenlere bile çok dikkat ederler. Bu iş için görevlendikleri gençler vardır. Yabancı birisi birkaç defa oralarda görünürse başı belada demektir. Muhtemelen mahalleliden temiz bir dayak yer. Hiç tanımadıkları ihtiyar bir çift göndererek bir ev satın almak istedim. Sakallı sarıklı, eşi kara çarşaflı. Tam mahallenin yapısına uygun. Ama değerlerinin üzerinde fiyatlar teklif etmemize rağmen kimse evini satmak istemedi."
"Peki, ne yaptınız? Onları izlemenin hiçbir yolunu bulamadınız mı?"
"O mahallede belediyenin küçük bir arsası vardı. Encümenden satış kararı çıkarttırdım. Belediyede de teşkilatlanmışlar, bunda dahi büyük güçlük yaşadım. Zor da olsa arsayı paravan bir inşaat şirketi adına aldım. İnşaatı başlatmak için adam gönderdim, mahalleli hepsini hastanelik etti. On sekiz yaşından küçük çocuklara araçları yaktırdılar. Yine küçük çocuklardan biri ekibin başındaki şefi kurşun yağmuruna tuttu. Şimdi hatırlamıyorum ama on-on iki kurşun girmiş vücuduna, oracıkta öldü tabi. Polis operasyon yaptı, çocuğu yakaladı. Gerçi çocuğu polise verdiler desem daha doğru olur."