Kulağında Arif Paşa'nın sözleri çınlıyordu. Üçüncü izmariti küllüğü bastıktan beş dakika sonra dördüncü sigarayı yakmıştı.
Camın aralık bırakılması odanın duman altı olmasını engelleyememişti. Ali Fırat koltuğuna gömülmüşçesine oturuyordu.
Enine boyuna düşünüyor yine de bu Serkan Güneri meselesine bir çözüm bulamıyordu. Biraz abartmıştı galiba! Tabi tabi, abartmıştı! "Adamın sayılı günleri kalmış meğer, biz de neler düşünüyoruz" dedi kendi kendine. Gerçi bir sürü belirti de vardı ama şu mantar olayı falan. Yok yok. Olacak iş değil, olur mu hiç canım! Adam ölecek yahu...
Acaba Ceyda biliyor muydu? Belki de bildiği için bu kadar yakınlık gösteriyordu. "Merhametli karım benim" dedi. Sanki Ceyda karşısındaydı da ona söylüyordu. Ama madem biliyor niye hiç
bahsetmemişti. Ne bileyim insan laf arasında falan söyleyiverirdi. "Canım belki de yeri gelmedi, fırsat bulamadı" diyerek kendi kendini yanıtladı.
"Dert bir tane değil ki arkadaş" diye düşündü. Arif Paşa'nın bir analarına sövmediği kalmıştı. Yıllardır karşılaşmadıkları cinsten garip cinayetlerle karşı karşıyaydılar.
Oluk oluk kan akıtılıyordu. "Nasıl bir örgüt bu, hiç iz bırakmıyor?" diye sordu kendi kendine. Bu kadar organize cinayetleri nasıl işleyebiliyorlardı? Kendileri de dâhil, ne CIA, ne MOSSAD, bu boyutta bir cinayet tasarlayamazdı.Her birinin tepeden tırnağa silahlı 6-7 koruması olan 12 adamı, birbirinden farklı şehirlerdeyken, hatta farklı ülkelerdeyken aynı saatte, aynı yöntemle üstelik hiçbir iz bırakmadan öldürmek akıl karı değildi. Mutlaka birisi yakalanır, bir iz kalırdı.
Üstelik korumalar maktullerin ya akrabası ya da hemşerisiydi. Bu durum ihanet ihtimalini zayıflatıyordu. Hadi etseler bile bu toplu halde olmazdı. "12116 desek 72 yapıyor" diye hesapladı zihninde, 72 kişiyi birden satın almak, üstelik akrabalarına karşı. Bu pek mantıklı değildi.
Cinayetleri imkânsızlaştıran bir unsur da farklı ülkelerde işlenmeleriydi. Bir ülkenin gizli servisinin haberi olmadan orada temiz bir operasyon yapmak çok zordu.
Alınan, İran ve Suriye gizli servislerinin üçünü birden atlatmak hiç de kolay değildi. "Hadi öldürenler bu ülkelerle anlaştı desek, () da olmaz ki" dedi kendi kendine.
Almanya, İran, Suriye gibi birbirinden farklı politikalara, dostlara ve düşmanlara sahip ülkeleri nasıl bir güç aynı anda razı edebilirdi?
Hepsinin dışında zihnini kurcalayan bir diğer mesele de cinayetlerin en zor yöntem seçilerek işlenmesiydi.
Ne bomba, ne kanas ne de tabanca; hiçbiri kullanımda bıçak kullanmak kadar uzmanlık gerektirmez. Bıçak, cinayeti işlemek için maktule en yakın olmayı gerektiren aletti.
Korumaları aşmak, iz bırakmamak... Bıçakla bunları yapmak çok zordu. Aynı anda 12 cinayeti birden bıçakla işlemek aklın, mantığın almadığı bir şeydi.
Artık süngerine gelmiş olan sigarayı söndürdü. "Bomba, keskin nişancı varken ne diye bıçak...'' diye mırıldandı.