Psikoloğun 'En yakın tarihe randevu alınız' diye tembihlemesi üzerine iki gün sonraya randevu almıştı. Seansa tek geldi. Uzun uzun konuştular.
Psikolog, eşiyle arasındaki ilişki konusunu sürekli irdelemişti. Ali Fırat tüm soruları ustaca karşıladıysa da, penisinin küçük olması ve erken boşalma sorunu aklından çıkmıyordu. Gözlerinin önüne sürekli Serkan Güneri geliyordu. Doktor bıkkınlık göstermeden aynı şeyleri sordu.
Ali Fırat çıkarken bir hafta sonrasına tekrar randevu aldı.
Kadıköy'de bir meyhaneye gitti. Denize bakan bir masaya oturdu. Rakı ve meze söyledi. Yavaş yavaş kararıyordu hava. Güneşin son ışıklarıyla oluşan eşsiz manzaraya baktı. İlk dublesini hiçbir şey düşünmeden yudumladı.
Birinci kadehten sonra Ceyda belirdi rakı kadehinde. Önce beni düşün, diyordu. Eşi kendisini aldatıyor muydu acaba? Serkan Güneri'nin mantardan zehirlenmesi nasıl bir tesadüftü?
Koca bir yudum aldı rakıdan. Suyu az koyduğu için boğazı yanmıştı. Bir iki parça meyve atıştırdı. Besbelli beraber yemişlerdi mantarı. Bu düşünce, sinirden de öte farklı bir kırılganlık yarattı kalbinde. Birbirleri için yemek yapmaları, beraber yemeleri; adamın Ece'ye çikolata getirmesi, Ceyda'nın ona çay ikram etmesi, kızının okul problemleriyle ilgilenmesi... Amaç cinsellikse, bunlara ne gerek vardı. Kendisinin olmadığı bir zamanda –ki bu zamanlar fazlasıyla vardı- sevişirlerdi. Ama ortadaki her neyse kuru bir cinsellik değildi. Ya seviyorlarsa?
Yarım bardak dublenin hepsini içti.
Hayır, hayır...
Olamaz! Kendisini seviyordu Ceyda. Çok mutluydular. Dünya tatlısı bir kızları vardı. Ağlamaklı oldu. Kızının sabahları "Babacığım gidiyor musun?" deyişi geldi aklına. Ne de güzel söylüyordu. Hayır, mümkün değil. Hem o melek gibi bir insandı. Dünyanın en iyi insanıydı. Kendisi aksi biriyken, Ceyda hep güler yüzlü olmayı başarmıştı. Değiştirmişti onu. Gülmeyi öğretmişti. Ne cinsel sorunları dert etmişti ne de işinin yoğunluğunu. Onun yerine başkası olsa çoktan terk etmişti evi ama o farklıydı. Şakacıydı, sevecendi, temiz kalpliydi. Evet, temiz kalpli. Temiz kalp...
Rakıyı dipledi.
Tabi ya...
O şerefsiz, karısının iyi niyetinden faydalanmıştı. Dost gibi görünüp sinsice yaklaşmaktı amacı. Tabi, melekler gibi temiz karısı bu 'piçin' niyetlerini anlayamamıştı. Ona yardımcı olmaya çalışmıştı sadece. Çay ikram etmişti, pişirdiği yemekten bir tabak götürmüştü.
Tazeledi rakıyı. Kendi kendine hak verdi. Karısı onu aldatmıyordu.
Serkan Güneri meselesini halletmeliydi. İstese onu öldürebilirdi ama bu doğru olur muydu acaba? Ali Fırat namuslu bir insandı. Bu ceza biraz ağır kaçardı. En iyisi sürdürmek, dedi kendi kendine.
İyice kararmıştı hava. Artık deniz manzarası görünmüyordu. Sık sık geçen gemilerin, vapurların ışıl ışıl görüntüsü gecenin karanlığına ayrı bir güzellik katıyordu. Helikopterde Aydın'ın söyledikleri geldi aklına, gülümsedi. "Çocuk doğru söylüyormuş, hakikaten de yıldız gibi görünüyor..." dedi kendi kendine.+
Arabasına binmedi. Bir taksiye atladı.