Akşam haberleri bitmişti. Televizyonu kapatıp kumandayı, kanepenin kenarına attı. Başarmıştı.
Televizyon, on iki kişinin farkh yerlerde, aynı biçimde öldürüldüğünü söylüyordu. Demek
ki şifreleri doğru çözmüştü. Kısa bir an "Ama neden on iki?' diye düşündü. On üç olması
gerekiyordu. Öldürülmeyen kimdi?
Uzun Firdevsi'nin Davetname'de kullandığı şifreleme yöntemini artık biliyordu. Bu haberler
bilimsel başarısının kanıtıydi. YHVH'ı da çözecekti.İşte o zaman bütün güç elinde olacaktı. Odasına gidip papirüs kâğıdına çizilmiş olan YHVH adamına baktı. "Bir gün, evet bir gün seni de çözeceğim. Dünyanın en büyük sırrı olabilirsin ama..."
İmam ne yapıyordu acaba? Cemaati Hasan'ın çözdüğü şifrelerle adım adım ele geçirirken acaba
çevresindekilere neler diyordu?Çok merak etti Hasan. "Mutlaka şifreleri kendinin çözdüğünü söylüyordur" diye düşündü. Zaten Konya'dan uzaklaştırılışının, üniversiteye gönderilmeyişinin, Bursa tehlikeli hale gelince birden İstanbul'a gönderilişinin, sebebi buydu. Şifrelerinin somut başarısını görmek öz güvenini arttırmıştı.
Cep telefonu çaldı. Arayan Bahar'dı.
"Hasancığım arkadaşlar geldi. Hadi in sen de aşağıya."
"Tamam" dedi Hasan. Bahar, Aybike ve Miray çok sıkıştırmış, ille de ruh çağır, demişlerdi.
Hasan'ın mistik yönünü okul arkadaşlarına anlatıp meraklı bir grup getirmişlerdi.Kızlar, çok üstüne düşüyordu.
Cinler, Kabala, Cifır, Havas, Hüddamlık gibi konularda anlattıkları, kızların dikkatini çekiyordu. Hiç aklına gelmemişti böyle bir şey. Kızları etkilemek için müzik veya spor konusunda yetenekli olmak gerektiğini düşünüyordu. Esprili, komik bir erkek olarak hayal ediyordu kendini.İşte o zaman güzel kızların ona âşık olacağını düşünüyordu. Yıllardır uğraştığı Hüddamlıktan, Kabaladan, cinlerden etkileneceklerini, bu yönünü beğeneceklerini aklının ucundan bile geçirmemişti.
Ruh çağırması için onu bekliyorlardı. İmam Sait'in emirleri geldi aklına. "Sırlarımızdan kimseye
bahsetmeyeceksin. Ailen dahi bilmeyecek. Hedefimize ulaşana kadar hep gizli kalacaksın.'
Herhalde İmam biraz sonra yapacaklarını bilse onu öldürürdü. Ama öldüremezdi de.Bütün şifreleri çözüyordu, İmam onsuz ne yapardı? "Artık ben de güçlüyüm' dedi kendi kendine.
Yıllardır sahip olduğu gücü, ilk defa kendine itiraf edebiliyordu.
"Kusura bakma İmam hazretleri" dedi. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Banyonun ışığını
yakıp aynaya baktı. Sarı, kızıl karışımı düz saçları biraz uzamıştı.Güzel görünüyorlardı. "Acaba Ercan'ın ki gibi uzatsam nasıl olur, yakışır mı?" diye düşündü.
Bir çağrı geldi telefonuna. Kızlar 'hadi' diyorlardı. Koruyucu gömleğini giydi. Muskasını taktı ve
tespihini alarak Ercanlara indi.
Ev ahalisi heyecanla bekliyordu. Tanımadığı beş kız ve iki erkek vardı. Hepsiyle tanıştırıldı.
Üstündeki, Kuran yazıları ve garip şekillerle dolu gömlek, boynundaki muska ve elindeki
kocaman tespih hepsini ürpertti. Heyecan yükseliyordu.
Yeni tanıştırılanlar Hasan'ı gizem dolu bakışlarla keşfetmeye çalışıyorlardı.
Huzursuz olan tek kişi Ercan'dı. Baştan beri karşıydı bu işe. Sevgilisine, arkadaşlarına bir şey olacak diye korkuyordu. Bir fırsatını bulup Hasan'ı köşeye çekti. Sinirli ifadeyle,
"Bana bak Hasan. Bir pislik çıkmasın" dedi.
Hasan çok rahat ve kendinden emindi. "Her şey kontrol altında. Korkacak bir durum yok Ercan Abi. Küçük bir gösteri yapacağım o kadar."
"Oğlum, sen demedin mi ruh muh gelmez, cin gelir diye?"
"Dedim."
"Ee, cin gelirse zarar verir demedin mi? Hani yurtta odaya girip birini uyandırırsan başına iş
alırsın demedin mi ları?"
"Ama o sizin içindi. Benim için geçerli değil. Uyandırılana göre iş değişir."
"Nasıl yani?"
"Abi düşün ki, yurttaki adamı uyandıran sensin veya Berke. Adam ne yapar, sizi döver. Mesela yani... Bir de düşün ki yurttaki adamı uyandıran Don Carlone olsa, o zaman adam hiçbir şey yapamaz. Çünkü korkar, gücü yetmez."
"Ne demek bu."
"Ben cin âleminin Don Carlone'siyim demek. O nedenle boş yere tasalanma."
"Ulan Hasan, birine bir zarar gelirse kulağını keserim ona göre."
Ercan ne kadar sinirlendiyse de Hasan hep pozitif cevaplar verdi. Kendine güveni tamdı.
Salonda toplandılar. Hepsine abdest aldırdı. Dört bir yana, kâğıtlara yazdığı duaları yapıştırdı.Alüminyum bir sini getirterek halının üstüne koydu. Herkesin saçlarından üçer tel koparıp siniye atmasını istedi. Odadakiler yıllardır duydukları efsanevi Mason ritüellerini yapıyormuş gibi hissettiler. Saçından tel koparmayı reddeden Ercan da sevgilisinin ısrarıyla razı olmak zorunda kaldı.
Kâğıtlar dağıtarak şu ana kadar işledikleri ve kendilerini en çok rahatsız eden günahlarını yazmasını istedi. Günahı yazan kâğıdı buruşturup sininin içine atacaktı. Ardı ardına kâğıtlar atılmaya başlandı siniye.
Hasan, heyecanın son raddesine geldiğini gördü. Tespihini çekmeye ve her taşta bir şifreli duayı okumaya başladı. Işığı söndürdü.
Tespih dualarının sonuna geliyordu. Odayı yüksek bir ısı kapladı. Öğrenciler birbirine
bakıyordu. Son taşa parmaklarının ucu dokundu, alacakaranlıkta odanın içindekilere göz gezdirdi. Kızlar birbirine sarılmış, erkekler ise oturdukları koltuklara gömülmüştü.Soğukkanlılığını koruyabilen bir tek Ercan'dı. Son duayı da okudu. Taşı elinden bırakıp "Ey
Sincan cini dumansız ateşinle var ol" dedi. Bu kısmı Odadakiler anlasın diye Türkçe söylemişti.Hemen ardından şifreli Keldani diliyle tekrarladı. Sözlerinin bitimiyle birlikte bir ateş, siniden tavana doğru yükseldi.
Ateş dumansızdı. Odayı yakmıyor ama ısı ve ışığa boğuyordu. Bildikleri ateş değildi, farklı bir elementti. Hiç görmedikleri kadar harlı yanıyordu ve kırmızılığı hiçbir ateşte olmayacak kadar canlıydı.
Odadakiler korkudan kıllarını kıpırdatamıyorlardı. Hasan salonun orta yerinde, elektrik direği gibi yükselen ateşin yanında duruyordu. Birkaç saniyelik gösterinin yeterli olduğunu düşünerek dualar okumaya başladı. Ateş zayıfladıkça, ölen bir varlığın çığlığı kapladı odayı.
Bu olayı aralarında konuştuklarında sadece bu sese bir tarif bulamayacaklardı. Hiçbir şeye
benzemeyen korkunç bir sesti. Kulaklara geliş biçimi sesin sahibinin hiç de hoş bir durumda olmadığını gösteriyordu. Ölüyordu.
Odadakiler uzuvlarına hâkim olamıyorlardı. Elleri, çeneleri zangır zangır titriyordu. Ateşin yok olması ve çığlıkların en üst seviyeye çıktıktan sonra son bulması ile oda karanlığa gömüldü.
Bu da korkuya tuz biber ekti. Kızlardan bazıları ağlamaya başladılar. Hasan ışıkları ve hemen ardından pencereleri açtı. Serin hava yüzlerine çarptı...