Psikoterapi Merkezinden çıktıktan sonra binbir çeşit hayvanın satıldığı bir pazara gittiler. Harun iki adet yavru tavşan aldı. Biri siyahlı beyazlı diğeri ise tamamen beyaz, şirin tavşanlar.
Ali Fırat karar veremiyordu. Sadece kuş ve balık çeşitleri vardır diye düşündüğü bu yer, Nuhun Gemisi gibiydi. Timsah, örümcek, yılan, envai çeşit tropikal hayvan...
Sağa sola bakınırken bir papağan almaya karar verdiler. 750 dolar ödeyip konuşan cinsten güzel bir papağan aldılar. Ali Fırat'ın ödeme gücünde herhangi bir problem yoktu ancak yine de böyle bir alışveriş yapmasını garipsedi. Kızının sağlığıyla ilgili bir durum olmasa o kadar para vermezdi. Bir kuş için bu kadar para ödemek, Türkiye gibi fakir bir ülkede anlamsızdı.
Ece büyük bir akvaryum ve çeşit çeşit balık istedi. Babası ve amcası bu isteği derhal yerine getirdi. Alınan ıvırı zıvırı arabaya koyup tekrar döndüler.
Harun "Ben de bizimki için alayım" dedi. Haklıydı da. Herhangi bir aile ziyareti esnasında kızı, kuzeninin sahip olduğu hayvanları görünce kıskançlıktan çıldırabilirdi. Ali Fırat kendi düşüncelerindeki değerlendirmeyle 'bu yavşak ortam' dan iyice sıkıldı. Ece ise amcasıyla etrafı izliyordu. Akvaryumda büyük bir balık gördü. Balık gerçekten ilgi çekici renklere sahipti. Onu da alalım diye tutturdu.
Ali Fırat akvaryumun yanında durarak dükkâna girme gereği duymadan içeriye seslendi.
"Arkadaşım, şu büyük balık ne kadar?"
Simasından Doğulu olduğu anlaşılan satıcı; balığın rengârenk görüntüsünden etkilenip fiyatını soran, sonra da almayan yüzlerce insandan iyice sıkılmıştı. Artık fiyat soranları pek önemsemiyordu. Dükkânın içinden yarım ağızla,
"480" dedi.
"Ney?" "Ney?"
Satıcı yine umursamaz bir tavırla "480 dedik ya!" dedi. Ses yine duyulmayacak bir haldeydi ama Ali Fırat bu sefer çok dikkat etmişti.
"Lan, şuraya gelip adam gibi cevap versene."
"480 işte. Sağır mısın?"
Ali Fırat'ın elleri titremeye başladı. Hızla dükkâna girdi.
"Ne biçim konuşuyorsun lan sen"
"Asıl sen ne biçim konuşuyorsun öyle lan lun!"
"Allah'ın kekosu, senden mi öğrencem konuşmasını" dedi çenesi titreyerek. Tırpan gibi kollarıyla sağlı sollu iki yumruk indirerek delikanlının yüzünü kan revan içinde bıraktı.
Esnaf dükkâna koşuşturdu. Kalabalığı karşılayan Harun oldu. Kimliğini gösterip askeri hâkim olduğunu söyledi. Bir yandan da eli belindeydi. Ali Fırat millete çıkıştı, "Ne var lan, ne bakıyorsunuz?"
"Çıt" çıkmadı.
Ali Fırat polis çağırıp delikanlıyı tutuklatmak istedi ama esnaf içerisinden yaşça büyük olanlar yalvar yakar vazgeçirdiler. Harun da olayların daha fazla büyümesini istemedi. Hem Ece kargaşadan dolayı ağlamaklı olmuştu.
Ece'nin kuzenine de güzel bir papağan aldılar ve arabalarına döndüler.
Eve gittiklerinde Ceyda onları özenle hazırlanmış bir sofra ile karşıladı. Onlar sofranın ihtişamına pek şaşırmasalar da Ceyda getirilen hayvanlara çok şaşırmıştı. Harun kısa bir açıklama yaptı. "Doktor, çocuğun belli bir noktaya odaklanmaması ve sorumluluk duygusuna sahip olması için böyle bir yöntem önerdi" dedi. Hatta kendi kızına da bir papağan aldığından bahsetti.
Yemeklerini yerken Ceyda ve Harun sohbet ediyorlardı. Ali Fırat ise suskundu, düşünceliydi. Ece'nin papağanı arada bir anlamsız sesler çıkartıyor, acaba konuştu mu diye hepsinin bakışını üzerinde topluyordu.
Birkaç saat önce balık yedikleri için aç değildiler. Yemekleri kısa sürdü.
Harun eve gitmek üzere ayrıldı. Ali Fırat kahverengi takımlarını giyerek akşam önemli bir toplantı olduğundan bahsedip gitmesi gerektiğini söyledi. Ece papağanı konuşturma gayretindeyken babasını takım elbiseli haliyle görünce gideceğini anlayarak üzüldü.+
Komutan evden çıktı.