Ercan, arabasını hastanenin önüne park ederken siyah camlı minibüse hiç dikkat etmedi. Arabadan indi. Ali Fırat ve ekibi ellerindeki fotoğrafa baktılar. Beyaz yüzlü, uzun dalgalı saçlı ve yakışıklı çocuk... Tipatip uyuyordu. Ali Fırat, Ercan'la ilgili hazırlanmış raporu anımsadı. Geçinebilmek için ikinci el müzik aletleri alıp sattığı ve haftada 1-2 gün aşçılık yaptığı yazıyordu. Rapor doğruysa bu çocuğun Mercedes sahibi olması olanak dışıydı. Biraz sonra her şeyi öğreneceğiz, diye düşündü. Emir, kısa ve netti.
"Alın!"
Ercan hastaneye doğru ilerliyordu ki yanına orta boylu ve oldukça yakışıklı bir genç ile dev gibi bir adamın yaklaştığını gördü. Ferdi Giray lacivert kimliğini çıkartarak "Ercan Bey merhaba" dedi. Gülümsüyordu.
"Biz Milli İstihbarat Teşkilatı'ndanız. Size bir iki soru sormamız gerekiyor. Lütfen, arabaya kadar gelebilir misiniz?"
Kanı çekildi... Şaşkınlıkla korku karışımı bir ifadeye büründü yüzü.
Ferdi Giray, bu durumlara alışkın olduğu için, rahatlatmaya çalıştı.
"Ercan Bey, MİT'in korkutucu bir isim olduğunun farkındayım ama şunu unutmayın bizler mafya veya çete değiliz, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi bir organıyız. Lütfen sakin olun ve buyurun!" diyerek arabayı işaret etti. Ercan istemeden de olsa yürümeye başladı. Ferdi Giray işi temiz biçimde halletmiş olmanın memnuniyetiyle Ercan'ın ardından arabaya girdi. Kara Zipkalılar'ın ismi hiçbir zaman afişe edilmediği için tutuklamalarda MİT, JITEM veya emniyet kimliklerini kullanırlardı.
İşkenceli sorguların yapıldığı villaya doğru yol almaya başladılar.
"Nereden geliyorsun?" diye sordu Ali Fırat.
Ercan doğruyu söyleyip söylememek arasında gitti geldi. Bu soru önemli değildi ama birazdan ardı ardına gelecekti sorular. Ne yapacaktı? Her şeyi anlatmalı mıydı? Karar veremedi.
"Bursa..." diyebildi sessizce. Ercan'ın, düşündükten sonra cevap vermesi Ali Fırat'ın dikkatini çekti.
"Bak delikanlı, bizler profesyoneliz. Herhangi bir kişiye söylediğin gibi bize yalan söyleyemezsin. Hakkında birçok bilgiye sahibiz -elindeki dosyalardan üzerinde, Ercan Göçekli yazanı gösterdi- Tahminime göre sıradan bir hayatın varken kendini karmaşık olayların içinde bulmuş bir gençsin. Bize doğru bilgi ver ki, hem sana hem de arkadaşlarına yardımcı olalım."
Ercan, Ali Fırat'ın sözü bitinceye kadar bekledi. Evet, yalan söylemeyi düşünmüştü ama söylememişti. Biraz da bunun rahatlığıyla "Ben yalan söylemedim" dedi.
"Evet söylememiş olabilirsin ama tereddüt ettin. Aksi takdirde cevabı soruyu sorduğum anda verebilirdin."
Ercan, konuştuğu sert bakışlı, geniş omuzlu, büyük gözlü adamın, beynini okuduğunu düşündü.
"Bursa'da ne işiniz vardı?" diyerek ikinci soruyu yöneltti Ali Fırat. Soruyu bilerek çoğul biçimde sormuştu.
Ercan ne cevap vereceğini bilemedi. Yalan söylemeyecekti ama doğrular en sunturlu yalandan bile daha saçmaydı. Kısa bir açıklama ihtiyacı duydu.
"Size doğruları söyleyeceğim ama eminim saçmaladığımı düşüneceksiniz" dedi.
Ali Fırat çocuğun üzerindeki gerginliği fark etti.
"Rahat ol, sen yeter ki eksiksiz olarak anlat. Bırak değerlendirmesini biz yapalım."
"Peki" dedi Ercan. Derin bir nefes alıp "Öyleyse Bursa'ya neden gittiğimizi söyleyeyim" diyerek Ali Fırat'ın gözlerine baktı.
"Bursa'ya cinleri yok edecek duaları bulmaya gittik!"
Arabadaki dört kişiden şaşıran bir tek Aydın olmuştu. O da kısa sürede toparladı kendini. Ali Fırat'ın tek bir mimiğinde bile değişiklik olmamıştı.
Ercan, Bursa'da başından geçenleri anlattı. Hasan'ın Konya'ya hareket ettiğini söyledi.
Ali Fırat gittikçe artan bir merakla Hasan'ı sordu:
"Şu Hasan, cin min işleriyle niye haşır neşir bu kadar?"
"Çocukluğunda tarikat öğretmiş. Hasan'ın çok zeki olduğunu görünce onu özel bir eğitime almışlar. Tarikatta cin işleriyle ilgilenen birçok çocuk varmış ama Hasan'ın dediğine göre en yeteneklisi oymuş."
"Peki tarikatın derdi neymiş?"
"Çok iyi bilmiyorum ama anlattığına göre devleti ele geçirip hilafeti getirmek istiyorlarmış."
Bir anda dikkati katmerlendi arabadakilerin.
"Hilafet mi? Ne şekilde yapacaklarmış?"
"Hiçbir fikrim yok. Hasan'ın dediğine göre cinleri hâkimiyetlerine alıp onların yardımıyla kuracaklar."
"Manyak mı bunlar? Öyle devlet mi kurulurmuş?"
"Ben ne bileyim efendim! Kendisine sorun."
Ali Fırat bir an kontrolünü kaybettiğini anladı. Yeniden toparladı kendini.
"Karargâha dönelim!" diye seslendi. Sorgu evine gitmeye gerek kalmadığına karar vermişti. Çocuk zaten bülbül gibi şakıyordu.
Son birkaç aydır yaşananların bu olayla bağlantılı olabileceğini düşünüyordu. Cemaat içinde henüz çözemedikleri yapılanmalar vardı. Bu, onlardan biri olabilirdi. Ercan'ın anlattığı cin hikâyelerini hiç de garipsememişti. Halit öldürülürken aynısını bizzat yaşamıştı. Derhal Hasan'ı bulmaları gerekiyordu.
"Efendim, ben Bahar'ı arayabilir miyim? Bugün Bursa'dan sırf, Bahar'ı görebilmek için döndüm. Kesin bir saat söylemedim ama yine de merak edebilir. Zaten zor günler yaşıyor."
Ali Fırat, çocuğun mahcup ifadesine baktı. Kızı gerçekten sevdiğini düşündü.
"Olmaz ya hadi ara bakalım! Bizden bahsetme ama. Önemli bir sorun olduğunu söyle. Bugün gelemeyeceğini de ekle."
Hayretle atıldı Ercan, "Neden gidemiyorum?"
"Bizimle birlikte Konya'ya geliyorsun."
Sinirlendi Ercan. Her şeyi dosdoğru anlatmanın karşılığı bu muydu?
"Kız arkadaşımın bana ihtiyacı var!" Sert bir tonda çıktı sözler.
"Tamam aslanım. Sonsuza kadar görmeyeceksin demedik ya. Yarın görüşürsünüz."
"Bugün gitmem lazım."
Ali Fırat o ana kadarki sakin görüntüsünü değiştirdi.
"Kes lan sesini! Ulan çocuk oyunu mu bu? Cumhuriyeti yıkıp hilafet devleti kurmaktan bahsediyorsun. Bu iş aydınlanmadan hiçbir yere gidemezsin."
Ercan, içinde fırtınalar kopsa da cevap veremedi.