"Ruhu savaş içinde bedeni yorgun olan biriydim, hissizliğimin sınırlarını zorlayan biri."
Göz kapaklarım bana direniyordu,gözlerimi açamıyordum. Alacakaranlık ta Bella'nın vampire dönüştüğünde hissettiklerini vücudumda hissediyordum. Damarlarım patlayacak gibiydi. Kan akışım durmak üzere ve ölecek gibiydim. Beynimde büyük bir baskı hakimdi. Bu baskı gözlerime ulaşıyordu. Uyanmak istiyordum. Ama bunu uygulayamıyordum. Üzerimdeki battaniyenin eskimsi kokusu ve evin zeminindeki ahşap kokusu benim uyanmam için tek sebep olabilirdi. Göz kapaklarımı araladığımda soğuk bir el alnımdaydı. Baygın gözlerle kapüşonlu çocuğun esmer teni ve açık kahverengi gözleri ilgimi çeken ilk şeydi. Hafif sakalları çıkmış ve sivri çenesindeki gamzesi gözüme çarpmıştı. Kendimi geri çekip elini yüzümden çekmesini sağladım. Doğrulup kırmızı kanepede oturur pozisyona geldim. Elimi alnıma koyup başımdaki zonklamanın geçmesini diledim. Tek olan yanıma oturan genç çocuk kısık sesle:
"Köpeğin iyi. Camları çıkardım ve de ellerindekileri de. " dedi. Ellerimde ki sargılara bakıp çocuğa boş gözlerle baktım.
Gerçekten hissizleşiyordum.
"Köpeğinin bir ismi var mı?" dedi. Gözlerimi devirip:
"Sadece Köpek." dedim kaşlarımı kaldırarak.
"Oldukça ilginç." diyerek düzgün beyaz dişlerini gösterdi. Bana Mert Aksan'ı anımsatmıştı. Tanıdığım birinin olmasını isterdim. Bu Mert bile olsa. Şuan düzgün düşünemiyor olmalıyım.
Mustafa Çetin, ahşap parkede yürürken gıcırtı sesi duyuldu. Onu izliyordum. Babamı. Garip gelse bile. Şuan tam karşımda canlıydı.
"Ne istiyorsun?" ayağa kalktım ve karşısına geçtim.
Gözlerinde bir ışık belirdi ve:"Sadece kızımı." dedi mavi gözlerinin ardından.
"Sadede gel." dedim oldukça düz bir sesle.
"Sakin ol ve otur lütfen." dedi eliyle koltuğu göstererek.
Kaşlarımı çatıp onu oturmasını bekledim. O, oturduktan sonra karşısına oturdum. Gözlerim keskin nişancı tüfeğindeydi.
Boğazlı krem kazağı dirseklerine kadar sıvalıydı. Oldukça genç duruyordu. Ben yıpranmıştım fakat o ise dinç duruyordu. Omuzlarım düşmüş ve kanatlarım üzerime örtülmüştü. Heybetli durmuyordum. Özgüvenli ya da.
Yorgun, bezgin, sıkkın... Her ne halt ise(!)
Yavaş ve denizin uğultusuna benzeyen bir sesi vardı.
"Beren, üzgünüm. Çok üzgünüm. Seni benden sakl-" dediğinde: "Her neyse sonuçlar neler?" dedim.
"Lütfen dinle." Yutkundu ve devam etti.
"Abin ve annen öldüler. Beraber bir şekilde kurtulduk. Bunları da anlatacağım. Ama seni benden aldılar ve izini bulamadım. Tam on sekiz yıl boyunca. Sen benim tek varlığımsın. Seni televizyonda gördüğümde seni takip etmeye başladım. Sana az önce ateş ettim. Çünkü eve basan o insanları uyarmak içindi."
"Kafamı hafifçe çevirseydim. Şuan da ölüydüm." dedim tepkisizce. Kapı aniden açıldı ve içeriye Mert Aksan girdi. Beyin fonksiyonlarımı yitiriyor olmalıydım. Mert burnundan soluyor ve yüzüne kan hücum etmişti. Boynunda kahverengi atkı ve örgü kazağıyla yanıma hızla gelip kollarımı tutup ayağa kaldırdı ve kollarını vücuduma sardı. Size söylemiştim beyin fonksiyonlarını yitirmiştim. Şuan ne yaptığımı bilmiyordum. Ne olduğunu da...
Yutkundum ve kendimi geri çektim. Biri bana bir tokat atsın. Çünkü yaşadığım her şey beynime mızraklar sokuyordu.
Mert gözlerini ellerime dikti ve kaşlarını çattı. Elimi tuttuğunda kafamdaki reflekslere emir verdim. Ama elimi çekmem yaklaşık yarım dakika tuttu. Koltuğa oturup kafamı ellerimin arasına aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...