38

1.2K 100 19
                                    

Koyu kestane rengi masanın üzerindeki kâğıtlar yerdeydi ve onun yerine ayaklarımın birbirinin üzerine gelecek şekilde üst üste idi. İşaret parmağımı masaya belli aralıklarda vurarak masanın üzerinde ki sarkaca baktım.

Beş küçük toptan ilki ikinci topa vurup ortadakini hareket ettirmeden diğer iki topu yukarıya sevk ediyordu. Newton sarkacına merhaba deyin.

Düşünmek, güçlü olmak aslında.

Oyuna oyun.

Odaya göz gezdirdiğim de en ilginci yerdeki Türk halısı olmalıydı. El ile dokunduğu o kadar belli idi ki motifleri eskiyi çağrıştırmak ile beraber odaya sinen eski kokusu hoşuma gitmişti. Düşüncelerimi yok etmek için odanın her bir detayına bakarken tekrar ve tekrar kendimi karanlığımda boğuluyor buluyorum. Korkunç değil aslında ama ürkmek elde değil.

Duvara monte edilmiş kenarları altın rengi yuvarlak ayna ve hemen altında ki şifonyerin üzerinde ki vazo ve desenleri canımı sıkmaya yetebiliyordu. Alev Taşkın için fazla iyi bir görüntü. Onu düşmanım olarak görmüyorum.

Onu benim ruhumu bölen bir iblis, beni yok etmeye çalışan ve başarmasına damak kalmışken benim karşına dikilip kafasına dayayacağım silah benim zaferim olabilirdi. Ama ben şah ve mat yapmayacaktım. Ben, onun kendi kırmızılığında boğacaktım. Benim hayatımı mahvetmiş olabilir. Benim sevdiğim her şeyi elimden teker teker almış olabilir. Benim ailemi yok etmiş ve bir sürü ölümlere sebep olmuş olabilir. Masumların canını yakmış olabilir. Ama ben onun ölmesini doğru bulmuyorum.

Ölüm, bir kurtuluş ve ben bu kurtuluşa ermesini istemiyorum. Tam tersine acı ile kıvranmasını ve elindeki her taşlarını alıp önümde diz çökmesini istiyorum. Ta ki şu sözler ağzından çıkıncaya kadar:

"Öldür beni."

Kapının gıcırtı ile açıldığında sevgili Alev Taşkın içeriye bir ejderha misali girdi ve karşında onun sandalyesinde oturan beni görünce gözlerinde ki öfke yerine tekrar bir öfkeye bıraktı. Tebessüm ederek: "Çocukça oyunları bırakmalısın Beren. Ben sana böyle mi öğrettim."

Ah, tabi ki de hayır. Sen bana içimdeki canavarın seni yok etmesi gerektiğini öğrettin. Acımadan.

"Bu tür oyunlar, beni yenmeni sağlamayacak. Post-itler de ne?"

"Görüyorum ki, küçük oyunlara oldukça kanmışsınız. Yoksa benim kim olduğumu bilmiyor musunuz? Yoksa siz hala olgunluğa erememiş ve çocukça düşünen biri misiniz Eğer öyle iseniz size küçük, masum ve korkusuz Safa Işıldar'ın hasta kızını getirebilirim. Aa, tabi sizin gücünüz sadece masumlara. Ama unutmayın. Her masum çocuk büyüdüğünde öyle olmaz. Tıpkı sen ve ben gibi."

İleriye birkaç adım atıp arkasındaki adamları def eden bir işaret verdi ve kapı kapandı. Burada ölürsem intikamım size kalmış. Korkmayın. Filmlerde asla böyle bitmez. Ama bu böyle bitmeyeceği anlamına da gelmez. Korkunç şeyler yaşadım. Korkunç yerler gördüm. Korkunç arkadaşlarım oldu. Ama bunlar tesadüf değil. Asla da olmadı. Hayatınızın hiç biri tesadüf veya şans değil. Size bağlı olan seçimlerden meydana gelir. Evet ben aşağı denilen yerde Alev Taşkın'ın karşında ve başladığım yerdeyim.

Aşağıya ilk indiğimde bu odaya daha önce de gelmiştim. Ceren Işıldar ile birlikte. Ne kadar düşmanım gibi görünse de ve beni sevmese de o tanıdığım en korkusuz kişi. İnanın, böyle korkusuz olmamın ve umursamamın sebebi o.

Beraber buraya gece mavisi uzun tül elbiseler ile girmiştik. O zaman amacımız daha çok eğlenmekti. Tabi bu buradan birkaç şeyi arakladığımız anlamada gelir. Tabi o zamanlar, Alev Taşkın'ı bilmezdim. Daha çok eğlenmek ve eğlenerek atlatmaya çalışan aptal kızlardan biriydim. Sonra kendimi bu oda ki hemen köşe de olan yuvarlak küçük masanın karşısında bulmuştum. Üzerinde bir satranç takımı vardı. Kırmızı ve siyah bir satranç takımıydı. Klasik beyaz ve siyah olmayandandı.

O zaman elime aldığım o kırmızı atı hatırlıyorum. Sonra alelacele bu odadan çıktığımı...

Şimdi tekrar buradayım. Karşımdaki Alev Taşkın ile beraber.

Uzun bir sessizlik olmuştu ve ben ayaklarımı masadan indirip sandalyeyi ona doğru çevirdim. O masanın önünde güçlü bir şekilde dururken ben sadece gözlerimi kenardaki yuvarlak masaya çevirip:

"Kırmızı olan atı buldunuz mu?" diye sordum. Kafasını benim baktığım tarafa çevirip:

"Belki. Buraya uzun zamandır gelmiyorum." Dedi.

"Umarım bulursunuz." Dediğimde kaşlarını çatıp:

"Oynamak ister misin?" dedi ve masaya doğru yürüdü. Kenarda ki siyah sandalyeyi çekerken ayağı kalktım ve masanın diğer ucundaki sandalyeye dokundum ve:

"Kırmızı ben mi olacağım?" dedim ve ekledim. "Bir taş eksik."dedim.

"Şuan için de bir taşın eksik değil mi? Onu yok eden sensin." Dedi.

"Demek istediğin Mira mı?" dedim.

"Oldukça doğru tahmin." Yerime otururken: "Mira'nın ismini tekrar o ağzına alma." Dedim.

"Ne yapabilirsin ki? Benim inimdesin."

"Sende benim oyunumsun." Dediğimde çarpıkça gülümsedi ve: Aferin, oldukça iyi." Dedi ve ekledi.

"Önce beyazlar başlar." Dediğinde önündeki sarı tutam saçı geriye itti.

"Burada beyaz olan tek şey satrancın kareleri ve ondan da sadece otuz iki tane var." Dediğimde:

"Şu kinayelerinden pek haz ettiğim söylenemez." Dedi.

"O zaman sürekli bunu kullanmalıyım. Oyunu siz kurdunuz. Siz başlayın. Siyah önden." Dediğimde şahın önündeki piyonunu iki birim ileriye hareket ettirdi.

B.S.ÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin