Belki de Batuhan haklıydı. Değişmiştim. Daha umursamazdım. Haklıydı, kesinlikle haklıydı ama Mert pekte umurumda değildi. Yerdeki ahşap kapağa eğildiğimde siyah perde hışımla açıldı. İçeriye kendilerini atan iki kişiye kaşlarımı çatarak baktım. Kahverengi gözlerin sahibi Mert bir bana bir de yerdeki kapağa baktı. Nefessiz kalmıştı ve nefeslerini düzenlemeye çalışıyordu.
"Ne yapıyorsun Beren? Gitmeliyiz!"deyip kapağa doğru hareket etti.
Peşinden sürüklediği kızı görünce:"Asıl sen ne yapıyorsun?"diyerek önüne geçtim. Ne dediğimi anlamamışça kaşlarını çattı.
"O da kim?"diye sorduğumda kız öne atılıp elini uzattı ve hızla konuşmaya başladı. Yüzündeki korku, heyecan ve endişe sanırım hızlı konuşmasını sağlamıştı. Elini uzatıp:"Ben Yağmur." Mert'i işaret ederek:
"Barda tanıştık. İsmini bile bilmiyorum ama onunla gelmek zorundaydım. Yaşım tutmuyor ve alkol aldım. Ailem beni büyük hatta ve hatta büyük olasılıkla karakolda görünce öldürecek. Benim için bile fazla garip bir son."dediğinde elini saçlarının arasına daldırdı. Kızın yüzünü incelemeye koyulduğumda yeşil gözlerinde ışık parlıyor ve buraya biraz eğlenmek için geldiği belli oluyordu.
Sol bileğini kavrayan siyah saati ve zımbalı, topuksuz, siyah botlarıyla ilginç bir tarzı vardı. Sarı saçlarını önüne düşmüştü. Altın sarısı, göğsünün hemen altında biten kolyesinde 'sonsuzluk işareti' vardı. Bara uygun değildi. Kesinlikle değildi. Yanlış yere gelmiş olmalıydı.
Kız, benim bir şeyler söylememi bekliyordu. Fakat araya Mert'in öksürüğü girdi. Gerilim aramızda mekik dokuyordu.
"Artık onu tanıyorsun, gitmeliyiz." dedi ve kızın beline dokunarak.
"Gelemez!" dedim yüksek sesle.
Kız, hüzünle bana baktı ve "Pekâlâ."deyip masanın önündeki deri siyah koltuklara yöneldi ve oturdu. Mert dişlerini sıkmıştı.
"Beren ne yaptığını sanıyorsun?"diye sordu.
"Bir şey yapmıyorum, in aşağıya ve git."dediğimde ise:
"Bana emir verme!"diyerek karşılık verdi.
"Eğer kızın bizimle gelmesini istiyorsan dediklerimi yaparsın." dediğim anda yumruğunu sıktı ve aşağıya inmek için hareketlendi.
Onun inişiyle ve içerideki gürültünün kesilmesi aynı anda oldu. Polis telsizlerinin sesleri de işitiliyordu.
İsminin Yağmur olduğunu söyleyen kıza dönüp:"İsmimi öğrenmiş olmalısın. İsmimden başka bir şey bilemezsin. Çok soru sorma, çok sorgulama ve çok konuşma. Ayrıyeten bir daha karşıma çıkma!"dediğimde düzgün kaşlarını çatıp ayağa kalktı.
"Yani sen şimdi diyorsun ki... Yani, yani... Bu inanılmaz, çok teşekkür ederim, çok çok... "dedi ve yerinde zıplayıp, ellerini çırptı. Koşarak boynuma atladı.
Kollarından kurtulup: "Bir kural daha: Bir daha sarılmak yok!"dedim ve yerdeki kapağı gösterdim.
Yağmur zıplayarak aşağıya indi. Arkasından kapağı örtüp, kırmızı detaylı halıyı kapattım. Odanın içindeki masanın sandalyesine oturdum ve kırmızı rujumu elimle sildim. Koltuğun üzerindeki deri montumu üstüme geçirdi ve gözlerimi siyah perdeye diktim.
İçeriye giren bir polis memuru bekliyordum ki aynı esnada biri perdeyi sertçe açıp içeri girdi.
Gözlerime bakmaya başladığında sandalyede doğruldum, ellerimi kafama koyup dirseklerimi masaya yasladım. Polis memuru bu halimi görünce adımlarıyla masanın ön kısmına geldi. Yer ahşap olduğundan her adımda gıcırdıyordu. Masaya doğru eğilip yüzümü görmeye çalıştı ve: "Bir sorun mu var?"dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...