Saçlarımın arkaya doğru çekilmesiyle oturduğum kırmızı armutta daha da dikleştim. Saçlarımı arkada atkuyruğu yapan Miray-sanırım bu Miray, her neyse- saçlarımın dipleri ona resmen isyan ediyordu. Önümde ki koltukta yayılarak oturan Mert, Burak ve Kıvanç üçlüsü yüzüme bakamıyorlardı. Mert kafasını koltuğun arka kısmına yaslamış, eliyle dizinde ritim yapıyordu. Kıvanç ise erkeklerin bacak bacak üstüne attığı şekilde oturmuş, botunun ipiyle oynuyordu. Burak öne doğru eğilmiş, dirseğini dizine dayamış ve ellerini birleştirerek yerin detaylarını inceliyordu. Gerçi düz bir zemindi. Sadece dalmıştı.
Saçlarımı sıkıca bağlayan ikizlerden biri önüme yürüdü.
"Hazırsın." Dediğinde elimi bacaklarımın destek alarak kalktım.
Başka bir odaya göndermişlerdi bizi. Duvarda tek bir tablo vardı. Arka rengi hardal olan bu resme bakmamı ikizlerden biri engelledi.
"Gidebiliriz." Dediğinde arkasında ki hardal renkli tabloda ki detayları daha çok görmeye başladım. Silik bir şekilde çizilmiş, uzun ve dar etekli bir kadın vücudu baş gösteriyordu.
Aralarında kırmızı boyalar vurulmuş ve oldukça enteresan bir tablo olduğu dikkatimden kaçmamıştı. İncelemek isterdim fakat önümde sallanan el ile odak noktamı elini sallayan röfleli saçları olan ve dip boyası gelmiş ikize baktım.
"Gidelim." Dediğimde boğucu ortamdan kurtuldum.
Peşimden gelen ayak seslerini duymak pek istemiyordum. Bir an önce bu işten kurtulmak ve Köpeğimle uzun zamandır geçiremediğim vakti geçirmek istiyordum. Kafesin olduğu yere girdiğimizde gözler çevrildi ve bazıları kafalarında ki kovboy şapkalarını düzeltirken bazıları sigara dumanlarını üflüyorlardı.
İçeriyi bir sis kaplamış gibiydi. İçeride çalan müzik sesi kısılmış ve bu dövüşü merakla bekleyen insan veya yaratık ile doluydu.
Kafese adımı attım anda bir uğultu koptu ve yuhalamalar başladı.
Kafesin içinde ki ışıklar sayesinde Yiğit'in yüzünü daha iyi seçebiliyordum.
Sarışın olduğu sakallarından belliydi. Kafasına taktığı kovboy şapkasını çıkarırken selam veriyormuş gibi eğildi.
Kaç senesinde yaşıyorduk ki?
Göz bebekleri büyümüş olduğunu bana uzattığı kırmızı bandajları alırken fark ettim. Ellerime doladığım bandaja odaklanmıştım ve kafesin dışında kalan ıslıklar kulaklarımı deliyordu.
Ellerimi sarmayı bitirdiğimde karşımdaki benden yaklaşık yedi sekiz yaş büyük olan adama kaşlarımı çatarak bakıyordum.
Benden oldukça büyük, tecrübeli ama hareketleri istem dışı daha yavaş olacaktı. Cüsseli kollarının arasına sıkışmamalı idim. Ondan daha ufaktım. Sıkışsam bile kurtulma olasılığım yüzde yetmiş beş.
Yerimde zıplamaya başladım. Bunu yapmamın tek sebebi beni ne kadar ciddiye aldığı...
Gözleriyle ayaklarımı izliyor, zıplamıyor ve ısınmaya çalışmıyor. Avantaj, ısınmaması bana güçlü bir şekilde vuramayacağı anlamına geliyor. Güzel ama fazla basit...
Basit şeyleri sevmem.
Tel yaptığı kafasını sağa sonrada sola yatırarak kütletmek oldu ve kollarını kaldırdı.
Pekâlâ, başlayalım.
Zıplamayı kestim ve kollarımı kaldırdım. Sağa doğru etrafında dönmek için adım attığımda üstüme doğru koştu ve belimden yakalayıp sırtımı tellere çarptırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...