Boşluk, tek hissettiğim bu. Bakışlarım gördüğüne anlam veremiyor sanki. Ne perde var ne de ona benzer herhangi bir nesne.
Nefes alış verişim oldukça hızlı. Bacaklarım yanıyor. Ağaçların arasında koşuyorum. Dalların üzerinde atlarken tek düşünebildiğim peşimdeki adamlar.
Depo olan yer silahlı saldırıya uğrarken Ceren sürünerek yanıma gelip ellerimi çözmüştü. Ah, hadi ama Alev Taşkın'ın banka hesabına nasıl ulaşıldı sanıyorsunuz? Çift taraflı oynayan Ceren Işıldar sayesinde...
Kollarımı çizen dalların getirdiği acıyla daha da hızlı koşmaya başladım. Depodan çıktıktan hemen sonra koşmaya başladık. İnanın, ilk kez nereye gittiğimi bilmiyorum. Yukarıya doğru eğim alan toprak yoldan çıkarken ağaca isabet eden kurşun ile kulağım uğuldamaya başladı. Bacaklarımı hissetmiyordum. Ta ki kendimi anayola atana ve lastiklerin yerde çıkarttığı sese kadar. Araba bana çarpmaya bir milim kala durmuş içindeki erkek sürücü yanındaki eşiyle beraber aşağıya inmişti.
"Bayan, iyi misiniz?" temkinli yaklaşan bir ses ile.
Arabaya yaklaşıp:"Beni de gittiğiniz yere götürün." diyerek hızla arabaya bindim.
Üzerimde ne silah ne para vardı. Kapımı örterken sürücü koltuğuna oturan orta yaşlı adam dikiz aynasından bana baktı. Yan koltuğa oturan bayan turuncu erkek kesimi olan saçlarına dokunup bana döndü.
"Merhaba." dedi. Aksanı oldukça farklıydı. Yabancı olduğu belliydi. Gözlerini kısıp: "Nereye gidiyordun?" diye sordu.
"Şehir merkezine." kafamı çevirip dışarıyı izlemeye başladım. Yağmur tekrar çiselemeye başlamıştı. Kimseden haberim yoktu. Benim yüzümden baslarına bir şey gelebilirdi. Tıpkı Mira'nın başına geldiği gibi.
Depoda ellerimde ki iplerden kurtulduktan sonra usulca Mira'nın bedeninin yanına gitmiş ve açık kalan gözlerini kapatmıştım. Bakışlarım at figürü olan boynundaki kolyeye gidince çekip almıştım. Benim yüzümden ölen birinden ona ait bir şey kalmasını istemiştim.
Elimi cebime atıp kolyeyi çıkardım ve elimle çevirmeye başladım. Ölüm, çok ağır. Yaşamakta oldukça ağır. Ama en ağır olanı da ölüme tanık olmak. Anka kuşu sessizdi ve kalbimin üstündeki yeri koruyordu. Ne kanatlarını açıp 'Güçlü ol' diyebiliyor. Ne de kendini yok edip pes et demeyi...
"İki kişiyi ve bir çocuğu kaçıran bayan şahıs hâlâ aranıyor. Kimlikleri teşhis edilen K.B ve N.C'nin canlarına kast eden bu caninin bugün robot resimleri akşam yedi haberlerinde yayınlanacağı elimize geldi." Radyonun sesi. Bu haberi sunanı da öldürmek gerekli.
Gözlerim toz olmuş pantolonumdayken öksürük sesiyle kafamı kaldırdım.
"Geldik." dedi orta yaşlı adam yutkunarak.
Fazla hızlı olmuştu.
Kafamı onaylarcasına sallayıp arabadan indim. Ve kalabalık caddede yürümeye başladım. Büyük bir binanın önüne geldiğimde durdum ve tabelasını okudum.
'Milli Kütüphane' yazan kapıdan sessizce girip en arka bölüme doğru yürümeye başladım. Raftan aldığım kırmızı siyah kitabı oturduğum masanın üzerine koyup kapağında elimi gezdirip açtım.
İlk cümle oldukça can yakıcıydı. Daha doğrusu kitaba ait olmayan dolma kalem ile el yazısı şeklinde ki yazı... Bunu yazan kişiyi merak ettirmişti. Kitabı bağışlayanlardan bu birini büyük alkışlar.
"Yalnızlık, karanlık. Karanlığımla siz aptallara merhaba!"
Yazılmış bu cümleler benim karanlığımın da ilgisini çekmişti. Burada ne işin var dediğinizi duyar gibiyim. Hadi ama şimdi kitap mı okuyacak diyorsunuz. Bence dememelisiniz. Kafamı kitaptan kaldırdım ve sıralı kahverengi rafların dizaynına baktım. Girişteki görevli bayanı es geçmiştim. Şuan da da gözlerini üzerimden ayırmıyor. Atkuyruğu yaptığı saçı ve kısa perçemine baktıktan hemen sonra ileride ki masadaki benim yaşlarımdaki çocuğa baktım. Önündeki kitaplara bir şeyler karalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...