72

920 67 13
                                    

Diplo-Revolution

Bölüm 72:"Kampüs"

"Karşıdan gelen otobüsü görüyorsun, değil mi?"diye temkinli bir sesle konuştum. Kafasını hafif sağa eğerken, direksiyonu daha çok kavradı Mert Aksan.

"Hangi otobüsten bahsediyorsun?"dedi hızla.

"Tam olarak saat on iki yönünde."dedim hızla. Yan şeritte takip eden Mitsubishi bizi resmen ters şerite sokmuştu. Mert Aksan ayağını gazdan çekip doğru yöne girmek yerine daha da hızlanıyordu. Ayaklarım sanki arabayı ben kullanıyormuşum gibi geriliyordu.

Otobüs korna çalıyor ve yavaşlıyordu, Mert sevgili MIT ajanını sıkıştırıyordu.

Bunların hepsi aynı anda mı olmak zorundaydı?

Kırılan direksiyon ile sarsıldım ve doğru şeride girmeyi başardık. Mitsubishi arkamızı sıkıştırıyor ve Mert'in arabaların arasından sıyrılması başarısızlık ile sonuçlanacağını düşünüyordum. Kesinlikle ehliyeti kasaptan almıştı ya da manav. Manevraları neden bu kadar deliceydi ki?

Tamam bende deliydim ama bu kadar değil. Ya da arabayı süren kişi nasıl sürdüğünü fark edemiyordu.

Üniversite kampüsüne girmemize çok az kalmıştı. Giriş çıkışın ortasında güvenlik kulübesi, sağ tarafta otobüs girişi orta sol kısımda misafirler araçlar girdiğini görebiliyordum. Misafir araçlarının plakaları alınıyordu ve otobüslere güvenlik girip kimlikleri kontrol ediyor olmalıydılar.

"Sakın ayağını gazdan çekme."dediğimde yanımızdaki birkaç araç kornalara yüklenmiş ve küfürler savuruyorlardı.

"Misafir araçların geçebileceği şerit açıktı ve güvenlikler anlamış olmalı ki önümüze geçmemizi engellemek için plastik bariyerlerden kurulmaya başladı.

Mert Aksan, arkamızda bizi takip eden ajana dikiz aynasından bakarken bariyerleri devirmiş ve hızını hiç eksiltmemişti.

Kampüsün içerisinde düz yol ile gözlerim kısıldı. Sağ tarafımızda ağaçlar yer alırken okulun amblemi de meydana çıkmıştı. Geyiğe benzeyen şekli ile oldukça değişikti. Önümüzde ki birkaç arabayı sollayan Mert Aksan saatte kırk kilometre hızla giden otobüsün yanından jilet gibi keskin bir şekilde geçmişti.

"Aov."diye dudaklarımdan çıkan ses bana bile tanıdık gelmemişti.

Önümüzde otobüs bekleyen öğrenciler, otostop çeken öğrenciler ve kalabalık birçok grup vardı.

Mert Aksan kornaya yüklendiği gibi hızını azaltmamaya gayret etsede yolun ortasında otostop için yarışan insanları es geçip bir rüzgar oluşturuyor ve de arkada bıraktığımız insanların küfürlerine maruz kalıyorduk. Navigasyonun sesini kıstığım için bitiş çizgisine geldiğimizi navigasyona üstün körü bakarken anladım. Mert Aksan'ın vitesi her artırdığında dişlerini sıkıyor ve kolunun gerildiğini görebiliyordum.

Öne doğru savrulduğumda emniyet kemeri beni sabitledi ve arkamızdan çarpanın kim olduğunu görebilmek için kafamı çevirdim.

Adını bilmediğim MIT ajanı...

"Bas, bas, bas."dedim hızlı şekilde.

Yolun düz olması iyiydi fakat sona geldiğimizde Mert Aksan el frenini çekti ve emniyet kemerini çözdü. Aynı anda Mitsubishi den inen MIT ajanı elindeki susturuculu silahı doğrultmuş ve ateş etmişti. BMW nin arka camına isabet eden kurşun ile arabadan indim. Öğrenciler kenara geçmiş ve eğilmişlerdi, birkaç kişinin elindeki cep telefonu gördüğümde MIT ajanına baktım. Güvenlik görevlileri gelmiş ve öğrencileri geri çekiyorlardı. Yolun geniş olması iyiydi fakat buranın farklı bir dünya olduğunu kabul etmeliydim.

Ajanımız, silahını yerine koyarken üzerimize koşmaya başladı. Beynim işlevini kaybetmiş gibiydi. Bu adam kazanırsak, bizi rahat bırakmayacak mıydı?

Mert Aksan kolumdan çekmeye başladığında öğrencilerin arasından geçmek için koşmaya başladık. Önümüzde dikilen birkaç öğrencinin arasından geçmek için Mert Aksan ile aynı anda çocuğun tekine yumruk atmıştık. Düz bir yolda koşmaya başladığımızda, arkamızdan gelen güvenlik görevlileri ile ajanı gözlerimle aradım.

Ah, şimdi anlıyordum. Gitmemize izin vermişti fakat kendi mesleğini de zarara sokmak istemiyordu. Önümde uzanan merdivenleri gördüğümüzde hızlı bir şekilde çıkmaya başladık.

Kendimizi amfide bulmuştuk. Sıralar yukarıya doğru yükseliyordu ve arkamızdan gelen güvenlikler, öğrencilerin kalabalığı ile bizi gözlerinin önünden kaybetmişlerdi. En azından ben öyle düşüyordum. Amfinin merdivenlerinden çıkarak arka sıraya yerleşirken Mert Aksan gözlerimi kısarak baktım.

İçeriye giren beyaz önlüğü olan profesör, orta yaşlıydı.

Önümüzde yerine yeni yerleşen üniversiteli öğrenci yanında ki uzun saçlı kız arkadaşına homurdanarak:

"Bu fizik dersi var ya, adamı hasta eder."dediğinde yanında ki uzun saçlı kız kıkırdadı. Gözleri bizi bulduğunda omuz silkerek önümüzdeki yere oturdu.

Hafifçe arkaya dönüp:

"Hangi bölümdesin?"diye sorduğunda umursamaz halimi takınıp profesörün hareketlerini incelemeye devam ettim. Masasının üzerindeki kağıtlarının tabanını masaya vurarak düzeltti. Ardından masaya tekrar koydu ve gözlüğünün üstünden bir bakış attı. Bir kağıdı önde duran öğrenciye uzatarak:

"İmzalayın, ama sakın başka arkadaşınızın yerine imza atmayın."dedi ve ekledi.

"Sayacağım."dediğinde dudaklarımı büzerek Mert'e döndüm.

Önümdeki iki kişinin bana dönmesini sağlayacak ses tonu ile konuştum.

"Gelmeyen iki arkadaşınız var mı?"diye sorduğumda ikiside beni aynı anda onayladı. Pekala, bu güzeldi.

"İsimlerini söyleyin."diyerek gelen kağıda verdikleri isimlerin yanına sahte bir imza bile atmıştım.

Profesör, fizik anlatmaya başlamasından on dakika sonra gelen güvenlik görevlileri ile birlikte gözlerim profesöre kaydı.

Kaşlarını çatmış, huysuz bir şekilde giren görevliye bağırmıştı.

Diğer güvenlik görevlisi gözleri ile etrafı ararken gözlerini üzerime dikti ve aniden bağırdı:"İşte orada."diyerek koşmaya başladığı anda herkes yerinden kalkmış ve güvenlik görevlisinin işaret ettiği yere bakıyorlardı. Aynı anda Mert Aksan ile ayaklanmış ve amfi in orta merdivenlerinden inmeye başlamıştık. Güvenlik görevlisi, tereddüt ederek bir sıraya girdi ve öğrencilerin sitemlerine maruz kaldı.

Peşimize takılan üç güvenlik görevlisi amfi merdivenlerinde birbirlerine takılarak yuvarlanmışlardı. Bu fazla can yakıcı olmalıydı. Diğer üçü ise amfi binasının çıkışını tutuyordu. Koşan bizleri görünce hızla içeri girip üzerimize koşmaya başladılar. Ters istikamete dönerken merdivenleri tekrar çıkmış ve düşen güvenlik görevlilerin üzerinden atlarken ayağa kalkan birinin yüzüne yumruk atmayı ihmal etmemiştim.

"Koş, Beren."diyerek önümden koşan Mert Aksan'a yetişmek için hareketlenip amfinin kantininde kendimizi bulmuştuk. Ve kurtarıcı kapı işte tam karşımızdaydı. Evet, altın gibi parlamasa da, idare ederdi. Dışarı çıkarken birkaç öğrenciye çarpıp sıcak çayları üzerlerine dökmüş ve arkamızda küfür eden gençlere tanık olmuştum.

Arabasına binen bir genci gören Mert Aksan, arkasına dönük baktı ve genç oğlanı isteledi ve:

"İsmini söyle."dediği anda çocuk şaşkınca adını soyadını söyledi ve yerden kalkarken Mert'in koluna tutunmaya çalıştı. Fakat Mert arabaya binmiş ve benim binmeyi bekliyordu.

"İsmail Haktan, kardeşim. Sana borcumu ödeyeceğim."dediği anda kontağı çevirip ön camı çatlamış arabayı sürmeye başladı.

Kampüsten çıkana kadar, otostop çeken öğrencilere maruz kalmış ve diğer şeritten gelen polis arabalarına bakarak yorgunca iç çekmiştim.

Kısa, biliyorum ama ancak bu bölümü şuan bu kadar toparlayabildim. Normalde ne olursa olsun bölüm yazabilirdim. Bu ara biraz değişik bir dönemdi. Umarım, her şey güzel olur. :)

*90 bin olmuşuz, kalbime iniyordu.

B.S.ÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin