32

1.4K 105 4
                                    

İnanın bana yorgunum, oldukça. Bezmişte olabilirim. Unutulmuşta. Kayıplara karışmışta. Hissizleşmişte. Ne hissediyorum, bilmiyorum. Adımlarım korkusuz. Cinayet işlememiş gibi. Korku yok. His yok. Sevgi yok. Aşk yok. Hep yalnızlık. Korkusuzca yalnızlık. Evet, böyle tarif ediyorum. Artık kendimi.

Ben korkusuzca yalnızım.

Kollarımı tutan polis memurları umurumda değil. Bileklerimdeki kelepçeler umurumda değil. Fotoğraflarımı çeken gazeteciler umurumda değil. Tek istediğim intikam. Nefretimi kusabileceğim bir intikam. Planım yok. Hayatım darmadağın. Buradan da kurtulacağım ama bir amacım yok. Amacıma intikam derseniz. Hadi ama o bir amaç değil. Bir yaşama içgüdüsü. Gerçi yaşamak kimin umurunda? Medyanın umurunda gibi görünüyor.

Patlayan flaş ile gözlerimi kıstım. Meydanda bir gürültü var. Evet, yine herkesin gözleri üzerimde. Güçlü yeniden adımlarım. Umurumda mı sandın bu dünya? Hayır, elbette değil. Köpeğimle şu an evimde olmak istiyorum. Ama o bile yok. Onu bile bulamıyorum. Ne kadar da çaresizleşmişim? Motosikletim de yok. Kendimi kaybederken her şeyi kaybetmişim. Miray, bu kızı çok tanımıyorum. Ama bende bıraktığı etki inanılmaz. Benim için belki de hayatımdan vazgeçti. İntikam içinde yanıyorum. İntikam içinde ölüyorum. Mahkemenin dışındaki merdivenleri ağır ağır çıkıyoruz. Topuklu ayakkabılar hala gürültüsünü koruyor üzerimde. Avukat yok. Savunma yok. Nasıl bir adalet bu?

Adalet, doğru o benim etrafımda hiç yok. Tozları bile serpilmemiş etrafıma.

Acaba birgün verandasında sallanan sandalyesinde oturan yaşlı teyze olabilecek miyim? Güneşi seyreden, elindeki örgüyle torunlarını gözetebilen.

Sanmıyorum. Ben daha çok mezarımda iblislerle savaşırım.

Dudaklarımı ısırdım. Mahkeme salonu kahverenginin en sinir bozucu tonu. Hardal rengi daha doğrusu. Bunaltıcı. Hem de oldukça. Hadi ama alt tarafı iki kişi öldürdüm.

"Sanık Beren Su Çetin." Dediğinde hala düşüncelerimden kurtulamamıştım. Hapishane de bol bol vaktim olacaktı. Bunları düşünmek için. Kafamı gözlerimi diktiğim masadan kaldırıp adımı seslenen savcıya baktım. Yüzüme sırıtış yerleştirip oturmaya devam ettim.

"Ayağa kalk." Dedi. Önümdeki savcı bile olsa emir veren insanların dediklerini yapmıyorum. Ben emir veren tarafım. Emirlere uyan değil. Gözlerimi kısıp tepkisini ölçmeye başladım. Kafasıyla işaret verdiğinde arkamdaki iki adam kollarımdan tutarak beni zorla kaldırdı. Harika! Zorbalık. Adalet ölmüş

Gözlerimi devirmemek için bir çaba sarf ederken şu zımbırtıların çabuk olmasını ve hapishanede ki köşemde uyumayı yeğliyorum. Buna ben bile inanmadım. Ya hapishane birkaç insan gönderilip beni doğratırlardı. Evet, zamanın da fazla film izliyordum. Ama şuan da şu rutubetli yerden kurtulmak ve köşeme çekilip kaçış ve intikam planlarımı düşünmek istiyorum. Çok bir şey değil. Arkamda oturan takım elbiseli adamlar ölenlerin akrabaları olmalıydılar. İlginç ki, ne bir kadın ne bir çocuk vardı. Sanki daha çok arkadaşları buradaymış gibi. Usulden oturuyorlar ve büyük ihtimalle içeriye girmemi dört gözle bekliyorlar. Şu an bende bunu istiyorum.

"... 20 yıl hapis cezasına." dediği duyduğumda sadece yerime oturup bileklerime kelepçelerin geçmesini izledim. Mahkeme de benim tarafımda kimse yoktu. Bu yüzden yalnızlığı yine sevdim. Kafamı çevirdiğimde karşılaştığım manzara oldukça donuktu. Renksiz, soluksuz bir bedenin üzerime düşmesiyle ayaklarımın bağı çözüldü ve geriye bir adım attım. Gözlerimle etrafı taradım. Mahkeme salonun camla kaplı alanında küçük bir delik vardı. Kurşun deliği. Ardından gelen şeyler oldukça mide bulandırıcıydı. Mahkeme kapıları açılmış ve büyük bir kargaşa ortaya çıkmıştı. Çatışma. Hadi bırakın da aksiyonsuz bir şekilde hapishane de kaçabileydim. Kafamı eğerek kendimi yere attım ve olabilecekleri düşünmemeye çalışarak mahkemenin diğerin çıkışından dışarıya kendimi kurtarmaya çalıştım. Savcı ile yerde göz göze geldiğimizde tek kaşımı kaldırıp hafifçe sırıttım.

Arkamdaki sesler oldukça yüksekti. Patlayan silahlar, çığlıklar, kaçmaya çalışan bedenler. Ben ise bu manzarayı dışarıdan izleyen duygusuz seyirciydim. Gözlerimi kaçırıp bileklerimdeki kelepçeler ile yürümeye başladım. İnsanlar üzerime doğru koşuyor ve gözlerinde ki korku bana tat veriyordu. Hayatlarında ilk kez böyle bir şey yaşayınca demek ki olan buydu. Korku, adrenalin tavan yapması, yaşama içgüdüsü. Komik, ben sadece topuklu ayakkabımın mermere yaptığı ses ile çıkışa doğru ilerliyordum. Sanırım gittikçe yok oluyorum.

Mahkemeyi polisler doldurmaya başladığında bile tek yaptığım sütunun arkasına yaslanıp sesleri takip etmekti. Sessizce bir çıkış istiyordum. Belki kameralara el sallarım ha?

Evet, bu oldukça eğlenceli...

Şu kapıların hepsi neden kilitli veya şifreli olurdu ki? Sessizce bir çıkış yapmak istemiştim ben sadece.

Adliye binasında yolumu kaybetmiş olma ihtimalim yüzde kaç? Yirmi mi yoksa yirmi beş mi? Pekâlâ, büyük gürültü dinmiş olabilir. Ama ben hala şu lanet binanın beyaz duvarları ve şifreli kapılarıyla uğraşmaktayım. Acil durumda bu kapıların açılması gerekmez mi? Bence gerekmeliydi. Ama tam tersine kilitliydi. Etrafıma bakıp cama kıracak bir şey aramaya koyuldum. bulabildiğim duvarın üzerinde ki yangın alarmı butonu ve yangın söndürücü. Yangın alarmına yumruğumla üzerine basıp binadan yükselen sesler tekrar yer buldu. Kapı açılmıştı. Biraz önce neden kimse alarm vermemişti ki? Ah, sanırım ıslanmak istemiyorlardı. Islanarak ölmektense kuru ölürüm mantığı sanırım. Fıskiyenin açılmasıyla sırılsıklam olmuş bir şekilde adımlarımı hızlandırdım.

Bingo! Yangın merdiveni. Bu binandan kaçmak neden bu kadar zorlaşmıştı ki? İnanılmaz. Yangın merdivenlerinden aşağı inen takım elbise bay ve bayanlar oldukça aceleciydi. Kadınlar topuklu ayakkabı yüzünden-eğer gerçekten yangın çıksaydı- can verecekti. Trajik bir ölüm. Oldukça farklı.. Daha doğrusu koşuyordum. Hızlanarak etrafa bakmaya başladım. İtfaiye, polis araçları ve ambulans anayasa mahkemesinin yanında duruyordu. Her yer polis ile doluydu. Binadan kendini dışarı atanlar olayları muhabirlere anlatırken abartışlarına kulak misafiri oldum.

Birinin "O bir deli." Demesiyle kameraya dönüp kadının arkasında küçük çaplı bir sırıtma gönderip oradan uzaklaştım. Özgürlük. Yürüme hızlandırıp olay yerinden uzaklaşmaya başladım.

Kelepçelerden babamın numarasıyla kurtulmuş ve aceleyle çöp konteynırın içine atmıştım. Arada bir sokakta yürüyordum. Mahkemeyi basanlar kimse bizimkilerden biri olamayacaktı. Kimse içeri girmeye cesaret edip bir kargaşa yaratamazdı. Zeki biri olmalıydı. Metro istasyonuna geldiğimde aşağı inip hızla geçtim. Polislerin hepsi binanın yanında olmalıydı. En yakın ekipler onlar olmalıydı. Görevli ise uyuklamaya başlamış gözlerini açmaya mecali yoktu. Montumun yakalarını kaldırıp ve saçlarımla yüzümü saklamaya başladım. Önümde duran metroya usulca binip en köşedeki koltuğa oturdum. Kafamı arkaya yasladım, benim arkamdan giren ve boş koltukları dolduran takım elbiseli ,fötür şapkalı adamlara yerini bulup oturdu. Ardından bakışlarımı yeraltı treninde örgü yapan yaşlı kadına çevirdim. Bacak bacak üzerine atmış oturuşlarına gözlerimi kısarak baktım. Önüme dönüp gözlerimi yumdum.

"Metro oldukça dolu. Buraya oturabilirim elbette." Dedi ve ceketinden çıkan hırşırtıyla yanıma oturdu. Metro oldukça dolu. Evet, yaşlı teyze ve senin takım elbiseli arkadaşın buradaki her koltuğu dolduruyor olmalı. Ah, lütfen saçmalık! Kapattığım gözlerimi açmadan:

"Ne istiyorsun?" diye sordum. Bir şey demeden iki dakika boyunca sustu. Gözlerimi açı solumda oturan adama baktım. Gördüğüm yüz ile metronun içi benim kahkaham ile dolmuştu.

"Mert." Dudaklarımdan bu kelime dökülürken yaşlı teyzenin yuvarlak gözlüklerinin üzerinden baktığı bakışa maruz kaldım.

B.S.ÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin