Motorumla şehir dışına çıkmıştım. Beni büyüten ailenin ve onları ailem sandığım eve doğru gidiyordum. Yol, soğuk ve ıssızdı. Kaskımın üzerine damlayan yağmur damlaları, gökyüzünden ruhuma ruhumdan karanlığa akıyor gibiydi. Yolun sağ tarafı dağlıkken sol tarafı ormanlık bir alandı.
Yorgunluğun izleri bedenimden daha çok ruhumun içerisinde meydana gelmişti. Bir ormanın ıssızlığında koşuyor gibiydim. Yön duygum, geçmiş ile şuan arasındaki kayba benziyordu. Gerçeklik değeri var olanlar bile sahteliğin dişlerine dokunuyordu. Ciğerlerimi yakacak şekilde derin nefesler alıyordum. Acının beni ayakta tutan tek kanat olduğunu biliyordum.
Beni yetiştiren ailemin evine geldiğim anda duygularımı zihnime esir etmekte ısrarcıydım. İki katlı oldukça büyük binanın yanmış haline bakarken buranın eski halinin yansımalarını zihnimde hissediyordum. Evin ahşap kahverengisi koyulaşmış ve yer yer siyaha bulanmıştı. Yanan tahtaların bazıları zeminde çatlaklar oluşturmuştu. Havuzun içi yıkıntı ile doluydu. Kimse o yangından sonra buraya dokunmamıştı. Eve ağır adımlarla yürümeye başladım. Dış kapının önüne geldiğimde durakladım, gözlerimi birkaç saniye yumarken yutkunmamı engelleyemedim.
Kapıyı iterek açtığımda burnuma yoğun bir şekilde tozun kokusu geliyordu. İçeriye doğru ilerlediğimde salonu ve salonun içerisindeki yanarak çürümüş eşyaları gördüm. Salonun ortasında zemine saplanırken duvarda eğilmiş birkaç çerçeveyi gördüm. Beyaz çerçevelerin içerisindeki fotoğrafların bazıları yanmıştı. Fakat fotoğraflar hala canlılığını koruyor gibiydi. Sarı boyalı saçlı, açık kahverengi gözlere baktım. Burnu küçük ve yüzünde benim aksime çilleri olan annem olduğunu zannettiğim kişiye duygusuz şekilde bakmakla yetindim. Benzemiyorduk bile. Yanındaki adama baktığımda annemin yani Gülçin'in omzuna kolunu atmıştı ve inci gibi dişleriyle sırıtıyordu. Adamın safir mavisi gözlerine baktım. Evet, gözlerimiz kesinlikle benziyordu. Sadece renk olarak. Esmere çalan ten rengiyle çok yakışıklı olduğunu görüyordum.
Başımı başka bir yöne çevirip salonun içinden açılan kapıyla arka bahçeye çıktım. İşte burası babamın yani Kerem'in mangal yaktığı yerdi. Mangallık orada duruyordu. Yıkılmıştı. Ama eski yerindeydi. Bahçenin ortasına gelip beni büyüten adamla yaptığımız antrenmanlar aklıma geldi. Onunla dövüşürdük. Kendimi savunmayı öğretir ve Burak'la gittiğimiz her dövüş kurslarına yığınla para yatırırdı. Okula gitmezdim. Özel dersler alırdım. Sosyal biri de değildim. Bir Burak vardı. Onun anne ve babası bu olayların içinde olması Burak ve beni sarsmıştı. Çocukluktan beri saklanıyordu her şey. Gözlerimi kapattım ve orada öylece dikilmesi devam ettim.
Burak ile spordan çıktıktan sonra eve gelmiştim ve babam yani beni büyüten adamla da bir müsabaka yapmıştık yerler bir etmişti diye bilirim. Tüm gücünü kullanırdı ve bununla birlikte canımı acıtmaktan çekinmezdi.
Akşam yemeğimiz çok sessiz geçmişti. Mutluyduk ama değil gibiydik. Benim için kendi hayatlarından vazgeçmiş insanlardı onlar. Nasıl mutlu olabilirlerdi?
İzin alıp odama çıkmıştım. Haplarımı içmem gerekiyordu derin bir uyku çekmek için ama ben içmemiştim.
Ve kapı çaldı ve koşarak aşağı iniyordum. Merdivenlerde durmak zorunda kalmıştım. "O kızı istiyoruz." demişti. Büyük bir gürültü kopmuştu. Bir şey yıkılıyordu resmen. Merdivenlerden inmemle donmam bir olmuştu. Annem bana bakıp:"Kaç!" diye bağırmıştı. Adam silahını çıkartıp vurmuştu tabi. Gözlerinde hiç bir ışık yoktu. Bomboştu. Adam bana dönmüştü. Babam gelmiş ve adamı acımadan vurmuştu. O ana kadar bileğimde hissetmediğim el düşmüştü. Babama bakmıştım ve kolumdan tuttuğu gibi yukarı çıkarttı. Odama girdiğimizde elime şuan belimde olan silahı verdi. "Kaçacağız! " dedi ve kapıyı kilitledi. Kapının diğer tarafından bir zorlama oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...